Ergin: Gazze krizi normalleşmeden önce çıksa neler olurdu?
Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin, Gazze krizinin Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesinden sonra yaşandığına vurgu yaptı. “Önce olsaydı ne olurdu?” sorusuna cevap aradı.
Hürriyet yazarı Sedat Ergin, Gazze krizine farklı bir açıdan baktı. “Kriz, Türkiye bölge ülkeleriyle normalleşmeden önce yaşansa ne olurdu?” sorusuna cevap aradı.
Sedat Ergin’in yazısı şöyle;
Türkiye, son Gazze kriziyle bölge ile normalleşmeden önce karşılaşsaydı ne olurdu?
Hamas’ın İsrail’e düzenlediği 7 Ekim saldırısı ve İsrail’in bu baskına Gazze’yi ablukaya alarak mukabelede bulunmasıyla patlak veren ve bütün bölgeyi bir ateş çemberinin içine almakta olan savaşı izlerken, Türkiye’nin yakın bir zamana kadar Ortadoğu ülkelerinin azımsanmayacak bir bölümüyle köprüleri atmış olduğu gerçeğini hatırlamaktan kendimi alıkoyamıyorum.
Ve hatırladıkça da her seferinde şu soru karşımda beliriyor:
Bu savaş daha önce meydana gelmiş olsaydı ve Türkiye bu krize bir kısmı çatışmalara doğrudan taraf ya da sınırdaş olan bu ülkelerle ilişkileri kopmuş bir şekilde yakalansaydı, nasıl bir tabloyla karşılaşırdık?
Tabii, aynı soruyu -Türkiye bu ülkelerle ilişkilerini onarmamış olsaydı bugün nasıl bir durum yaşanırdı- şeklinde de formüle edebilirsiniz.
Kuvvetle muhtemeldir ki, geçen iki haftayı aşkın süre içinde gözlediğimiz diplomatik faaliyetin önemli bir bölümünün icrasında ciddi bir güçlükle karşılaşılırdı.
*
İsrail-Hamas savaşıyla girilen büyük bölgesel sarsıntının hemen başlangıcında Türkiye’nin attığı ilk adımlardan biri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirmesi oldu.
Erdoğan, saldırıdan iki gün sonra 9 Ekim’de aradığı Herzog’a, “Gazze halkının topluca, ayrım gözetmeksizin zarar görebileceği bir adımın, bölgedeki acıları ve şiddet sarmalını daha da artıracağını” vurguladı.
Hamas’ın İsrail’e saldırdığı 7 Ekim günü ilk açıklamasında taraflara “itidal” önerisinde bulunan Erdoğan’ın daha sonra Herzog’a verdiği mesaj da büyük ölçüde bu doğrultudaydı.
Cumhurbaşkanı’nın aynı gün (9 Ekim) düzenlenen kabine toplantısından sonra “Türkiye olarak tarafların talep etmesi halinde esir takası dahil her türlü arabuluculuğa hazır olduğumuzu belirtmek isterim” dediğini dikkate alırsak, bu mesajı Herzog’a da iletmiş olduğunu tahmin edebiliriz.
Erdoğan, partisinin 11 Ekim’deki grup toplantısında, Türkiye’nin “arabuluculuk” yapma arzusuna “adaletli hakemlik” rolünü de eklemiştir.
*
Geride bıraktığımız günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuştuğu bir diğer bölge lideri de Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi oldu.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, geçen cuma günü gerçekleşen bu görüşmede, İsrail-Filistin çatışmasında giderek daha vahim hale gelen tablo, Gazze’deki masum sivillere karşı İsrail’in sergilediği insan hakları ihlalleri ve çözüm için atılabilecek adımlar ele alındı.
Es-Sisi, Erdoğan’la görüşmesinden altı gün önce 14 Ekim tarihinde de Kahire’ye resmi bir ziyarette bulunan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı kabul etmişti. Bu görüşmede Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şükri ve Fidan’ın eski mevkidaşı Mısır İstihbarat Servisi Başkanı Tümgeneral Abbas Kamel de hazır bulunmuştu.
Aslında Mısır Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamaya kısaca göz atmak bile iki ülkenin görüşlerinin hem yaşanmakta olan savaş hem de Filistin sorununun çözüm esasları üzerinde ne kadar yakın olduğunu görmek için yeterlidir.
Açıklamaya göre, taraflar Gazze’deki halkın abluka, açlığa mahkum edilme ve yerinden edilme gibi toplu bir cezalandırmaya maruz bırakılmasına karşı çıkmışlardır. Gazze’de insani durumun kötüleşmesinden duydukları kaygıları paylaşmışlar, insani yardımların sivillere ulaştırılmasının önemini vurgulamışlardır.
Fidan’ın daha önce MİT Müsteşarı sıfatıyla Mısır’la normalleşmenin altyapısını hazırlayan kişi olduğunu da bu noktada hatırlamak gerekir. Bu kez normalleşme döneminde Dışişleri Bakanı kimliğiyle yaptığı görüşmeden sonra yayımlanan açıklamaya bakılırsa, önümüzdeki dönemde “ilişkilerde yeni bir aşamaya geçilmesinin önemi” de konuşulmuştur.
Dışişleri Bakanı, ayrıca geçen hafta sonunda düzenlenen “Kahire Barış Zirvesi”nde Türkiye’yi temsil etmek üzere Mısır’ın başkentini bir kez daha ziyaret etmiştir.
*
Değindiğimiz temasların bu aşamada elle tutulur bir sonuç getirip getirmeyeceği ayrı bir tartışmanın konusudur. Ancak burada önemli olan, öncelikle Türkiye’nin savaşın çıkmasından sonra taraflarla kanallarının açık olması, her iki tarafla da konuşabilmesi ve bu şekilde krize dönük diplomatik denklemin içine girebilmesidir.
Erdoğan’ın arabuluculuk ve adaletli hakemlik dahil üzerine düşen her rolü oynamaya hazır olduklarını duyurabilmesi, kanalların açık olmasının bir sonucudur.
Bu arada Türk yetkililerin Hamas liderliği ile diyalogunun bulunması, Ankara’nın özellikle rehinelerin takası konusunda rol oynayabilmesini sağlayabilecek bir altyapı yaratıyor. Erdoğan, geçen cumartesi Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ile de bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiştir. Buna karşılık, basına yansıyan haberlerde başlangıç aşamasında bu rolün Katar tarafından yürütüldüğü ileri sürülüyor.
Şimdi yine baştaki sorumuza dönüyoruz. Türkiye, İsrail ve Mısır gibi ülkelerle ilişkilerini onarmamış olsaydı, muhtemelen burada aktardığımız temasların yürütülmesinde ciddi güçlüklerle karşılaşılacaktı. Bu temaslar belki de hiç gerçekleşmeyecekti.
Türkiye’nin Mısır’la ilişkilerinin soğuması 2013 yılında ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Genelkurmay Başkanı General es-Sisi’nin liderliğinde gerçekleştirilen darbeyle devrilmesinden sonra Erdoğan’ın es-Sisi’ye dönük son derece sert bir söyleme yönelmesinin ardından ortaya çıkmıştı. Krizin akışı 2013 yılı kasım ayında büyükelçilerin karşılıklı olarak çekilmesine kadar uzanmıştı.
Mısır’la ilişkilerinin bozulması, özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminden dışlanması da dahil olmak üzere Türkiye açısından bir dizi soruna yol açmıştı. Her halükarda, Türkiye’nin 2020 yılından itibaren Mısır’la ilişkilerini düzeltme arayışını başlatmasıyla birlikte, ilişkiler sancılı bir şekilde olsa da düzelme yoluna girmişti. Geçen temmuz ayında on yıl sonra karşılıklı olarak yeniden büyükelçiler görevlendirilmiş, ayrıca Erdoğan ile es-Sisi geçen eylül ayında Yeni Delhi’deki G-20 Zirvesi’nde bir araya gelmişlerdi. Gündemde artık devlet başkanları düzeyinde yapılacak ziyaretler bulunuyor.
*
İsrail ile 2009 yılından itibaren sıkça türbülansa giren ilişkiler de geride bıraktığımız dönemde benzer yumuşama adımlarının ardından düzelme sürecine yönelmiştir. En kritik aşama, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un 2022 mart ayında gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretiyle geride bırakılmış ve bu yıl Türkiye ile İsrail arasında yeniden karşılıklı olarak büyükelçiler atanmıştır.
Son on yıl içinde ilişkilerde benzer kopma süreçlerinin farklı nedenlerle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile de yaşandığını hatırlarsak bu fotoğrafı tamamlamış oluruz. Erdoğan’ın, geçen yıl şubat ayında BAE’ye, nisan ayında da Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretlerle birlikte bu iki ülkeyle de ilişkiler normalleşme yoluna girmiştir.
*
Burada dikkate alınması gereken önemli bir konu, bu ülkelerle ilişkilerin kötü gitmesinin sonuçlarının yalnızca ikili düzeyde yaratacağı sorunlarla sınırlı kalmamasıdır. Bütün bu ülkelerle ilişkilerin gerilemesi, başka ülkelerin gözünde Türkiye’nin bölgedeki rolünün ve ağırlığının da zemin kaybetmesine yol açıyordu.
Sonuçta bütün denklemin kilitlendiği sorulardan biri de şuydu: Kendi bölgesinin önde gelen oyuncularıyla arası kötü olan bir ülke mi başkaları tarafından daha çok önemsenir, yoksa ilişkilerini güçlü tutan bir ülke mi? Hangi durumda bölgesel barış ve istikrara daha çok katkıda bulunabilir?
Son Gazze krizinde karşımıza çıkan tablo aslında “Zararın neresinden dönülürse dönülsün kârdır” atasözünün isabetini anlatmış olmalıdır.