Ergin: ABD ve Türkiye birbirinden biraz daha uzaklaştı
Hürriyet Gazetesi yazarı Sedat Ergin, Türkiye ile ABD arasındaki gerilimi analiz etti. “Gerek SİHA’nın düşürülmesi olayı, gerek son Gazze krizi Türkiye ile ABD’yi birbirlerinden biraz daha uzaklaştıran bir süreci başlatmış görünüyor” dedi.
Hürriyet yazarı Sedat Ergin, Türkiye-ABD ilişkilerinin SİHA’nın düşürülmesi ve Gazze krizi nedeniyle gerildiğini yazdı. İki ülkenin birbirinden biraz daha uzaklaştığını söyledi. Bu konudaki gelişmeleri sıraladı.
Sedat Ergin’in yazısı şöyle;
Erdoğan cephesinde kapanmayan bir parantez: ABD’nin düşürdüğü Türk SİHA’sı
ÖYLE anlaşılıyor ki, geçen 5 Ekim’de Suriye’de Fırat’ın doğusundaki Tel Temir’de Türkiye’nin bir Silahlı İnsansız Hava Aracı’nın (SİHA) ABD Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir F-16 savaş uçağı tarafından düşürülmesi hadisesi üzerinde daha çok konuşup tartışacağız.
Bu olayın meydana gelmesinden hemen sonra Türkiye ile ABD arasında gerek savunma bakanları gerek dışişleri bakanları, ayrıca genelkurmay başkanları arasında yapılan bir dizi ikili görüşmenin sonucu, konunun bir büyük krize dönüşmeden aşıldığı varsayılıyordu.
Her iki tarafta yapılan açıklamalarda, benzer bir hadisenin tekrarının önlenmesi açısından iki ülke askeri makamları arasında işleyen “Çatışmasızlık Mekanizması”nın (Deconfliction Mechanism) daha yakın bir koordinasyon içinde işletileceği vurgusu ön plana çıkmıştı. Nitekim, hadisenin ertesi günü Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında “İlgili taraflarla çatışmasızlık mekanizmasının daha etkin işletilmesi yönünde gerekli tedbirler alınmaktadır” denilmişti.
Bir NATO ülkesinin savaş uçağının bir başka NATO müttefikinin SİHA’sını düşürmesi, olağan karşılanabilecek bir durum değildir.
Yine de ilk bakışta, böyle bir hadiseden sonra yaşanabilecek olan bir büyük sarsıntı, taraflar arasında yürütülen kriz idaresiyle olabilecek en düşük bir eşikte atlatılmıştı.
İşte bu yöndeki yorumların aslında boşlukta kaldığını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından geride bıraktığımız günlerde yapılan bir dizi açıklamayla anlamış bulunuyoruz. Beklentilerin tam tersine, “5 Ekim Vakası”nın Erdoğan’ın zihninde kuvvetli tepki tetikleyen bir yer tuttuğunu görüyoruz.
***
Altı çizilmesi gereken bir nokta, Erdoğan’ın bu konudaki tepkilerini İsrail ile Hamas arasında patlak veren savaşın hemen ertesinde ABD’nin bölgeye bir uçak gemisi gönderme kararını sert bir dille eleştirdiği sırada dışa vurmuş olmasıdır.
Erdoğan, ilk olarak 10 Ekim’de Ankara’da Avusturya Başbakanı Karl Nehammer ile görüşmesinden sonra düzenlediği basın toplantısı sırasında “Şu anda ben burada bir şeyi açıklamak zorundayım” diye söze girmiş, ardından “Amerika’nın Suriye’de bugün 20’nin üzerinde üssü bulunduğunu” belirterek, şöyle demişti:
“Suriye’de Amerika’nın üslerinin ne işi var? Bu üslerle ne yapılıyor? 23 üs, bütün bunları da bir değerlendirmek gerekmiyor mu? Ama Türkiye’nin bir insansız hava aracını ne yazık ki Amerika düşürüyor. İnsansız hava aracını Amerika düşürürken, bu Türkiye şu anda NATO’da Amerika’nın ortağı değil mi? Beraber değil mi? Bunu neyle izah edeceğiz? Bunu neyle değerlendireceğiz? İşimize geldiği zaman ortak, işimize geldiği zaman bütün terör örgütlerini maalesef Amerika şu anda eğitiyor, yetiştiriyor, silahlandırıyor ve bunlarla da maalesef yine Suriye’de olsun, bu bölgede olsun, Orta Doğu’da olsun, buraları kan gölüne dönüştürüyor.”
Cumhurbaşkanı’nın bu sözlerinin dikkat çekici bir yönü, tepkisini SİHA’nın düşürülmesi olayının ilerisine geçip, ABD’nin eğitip silahlandırdığı örgütler üzerinden Suriye ve bölgeyi “kan gölüne dönüştürdüğünü” ifade etme noktasına getirmesidir. Bu, oldukça ağır bir ifadedir.
Erdoğan’ın eleştirileri burada kalmamıştır. Cumhurbaşkanı, ardından 12 Ekim Perşembe günü Türk Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) genel kurul toplantısına hitabında, bu kez ABD’nin bölgeye ikinci bir savaş gemisi gönderme kararını eleştirmiş, “Bay Amerika, yahu Amerika nere, Akdeniz İsrail Filistin nere? Ne işin var senin orada? Şimdi Amerika gibi bir ülkeye barışı tesis mi yakışır, yoksa oraya benzinle, körükle gitmek mi yakışır? Amerika’dan beklenen nedir, bu...” diye konuşmuştur.
“Ama düşünün...” dedikten sonra, Erdoğan konuyu yine SİHA meselesine getirip şöyle devam ediyor:
“Türkiye’ye ait bir SİHA’yı terörle mücadele ederken düşürecek kadar ferasetini kaybeden bir anlayış var. Biz seninle NATO’da beraber değil miyiz? NATO’da beraber olduğun Türkiye’nin SİHA’sını, terörle mücadele eden bu ülkenin SİHA’sını nasıl düşürürsün? ‘Görmedim, bilmedim, farkında değilim.’ Bunu nasıl söylersin?”
***
Cumhurbaşkanı, bir gün sonra 13 Ekim’de Türkiye-Afrika İş ve Ekonomi Forumu toplantısında bu kez ABD Başkanı Joe Biden’ın, Türkiye’nin 2019 yılında Suriye’de Fırat’ın doğusunda icra ettiği Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle Trup döneminde Beyaz Saray tarafından yayımlanan ve “Ulusal Acil Durum” ilan eden kararnameyi bundan önceki yıllarda olduğu gibi bir kez daha bir yıllığına uzatmış olmasını gündeme getiriyor.
Erdoğan’ın burada özellikle takıldığı konu, Biden’ın altına imza attığı kararnamede “Türkiye’nin harekâtının bölgede barış, istikrar ve güvenliği tehdit ettiği ve DEAŞ ile mücadeleyi zayıflattığı” ifadesine yer verilmiş olmasıdır.
Erdoğan, önce “Amerika Başkanı’nın Suriye konusundaki yaptığı açıklamadaki yaklaşımı biz de kendilerinin bölgedeki faaliyetleri için ifade ediyoruz” diyor. Devamında, şu ifadeleri yine ABD’ye dönük çok ağır bir tespiti içeriyor:
“Amerika’nın PKK’nın Suriye’deki uzantılarıyla bu ülkede yürüttüğü faaliyetler, Türkiye’nin milli güvenliği için olağanüstü bir tehdit mahiyetine sahiptir.”
Ve ardından konu önceki çıkışlarının tekrarı niteliğindeki sözlerle yeniden 5 Ekim’deki SİHA vakasına geliyor:
“Biz Amerika ile NATO’da beraber miyiz? Beraberiz. Peki bizim SİHA’mızı Amerika düşürdü mü? Düşürdü? Biz seninle NATO’da nasıl beraberiz ya? Nasıl böyle bir şey yapabilirsin? Aramızda güvenlik sorunu var. Söz konusu açıklama (Beyaz Saray kararnamesi) müttefiklik ruhuyla bağdaşmadığı gibi Suriye’yi bölmeye çalışan terör örgütlerine de cesaret vermektedir. Ülkemize yönelik terör tehdidini, terör örgütünün arkasında kimin olduğuna bakmaksızın kaynağında ortadan kaldırmakta kararlıyız.”
En sonunda Amerika’nın Suriye’deki faaliyetlerini “Tiyatro” olarak nitelendirerek “Tiyatro oynayanları kendi senaryolarıyla baş başa bırakıp, kendi milli güvenliğimizin gerektirdiği adımları atmayı sürdüreceğiz” diye ekliyor Erdoğan.
***
Görüleceği gibi, bütün bu açıklamalar yan yana getirildiğinde, 5 Ekim’deki SİHA hadisesi ve aynı zamanda ABD’nin PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’ye verdiği destek nedeniyle, Cumhurbaşkanı’nın ABD’ye yönelik eleştirilerini son zamanlardaki en şiddetli çizgiye getirdiğini söylemek mümkündür.
Özetle Cumhurbaşkanı, ABD’yi Suriye’de Türkiye açısından “Bölgeyi kan gölüne dönüştüren” bir “olağanüstü güvenlik tehdidi” olarak görmektedir.
Bu arada, İsrail’in Hamas’ın sivilleri de hedef alan 7 Ekim saldırısına verdiği orantısız askeri karşılık ve sivillere dönük ayrım gözetmeyen misillemesini eleştirirken de kendisinin ABD’ye yine bir hayli eleştirel noktalardan yaklaştığına tanıklık ediyoruz.
Bu çizgisi, 13 Ekim konuşmasında ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’a “Ben İsrail’e bir Yahudi olarak yaklaşıyorum” şeklindeki sözlerinden dolayı “Bu nasıl politikacı? Bu nasıl bir yaklaşım” diyerek tavır almasına kadar uzanmıştır.
***
Son olarak şu noktayı da dikkate getirelim. Hamas-İsrail çatışmasında ABD Başkanı Biden’ın da şu ana kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan ile diyaloga girmemesi, benzer şekilde Blinken’ın da İsrail’in yanı sıra bir dizi Arap ülkesini de kapsayan bölge gezisine Türkiye’yi dahil etmeyişi de ele aldığımız zaman kesitine denk geliyor.
Bir anlamda, Türkiye ile ABD arasındaki hissedilir soğukluğun İsrail-Hamas çatışmasıyla birlikte bütün bölgenin büyük bir buhranın içine girmesine rağmen değişmediğini söyleyebiliriz.
Amerikan tarafı, yürüttüğü kriz diplomasisinde, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile ABD’li mevkidaşı Blinken arasındaki telefon kanalı hariç tutulursa, Türkiye’ye yüksek bir profil vermekten kaçınıyor.
Sonuçta gerek SİHA’nın düşürülmesi olayı, gerek son Gazze krizi Türkiye ile ABD’yi birbirlerinden biraz daha uzaklaştıran bir süreci başlatmış görünüyor.
Ayrıca, ABD, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bir “güvenlik tehdidi” olarak açıklandığına göre, bu durumun Türkiye’nin resmi tehdit değerlendirmelerine nasıl yansıdığı sorusu da karşımızda asılı durmaktadır.