Ergin: İçine girdiğimiz sarmalın sonuçları Ortadoğu’yu aşabilir
Hürriyet yazarı Sedat Ergin, İsrail-Filistin çatışmasındaki son gelişmeleri değerlendirdi. Durumun kötüleştiği, önü alınmadığı taktirde küresel ölçekte bir krize doğru gittiği uyarısında bulundu.
Hürriyet yazarı Sedat Ergin, hastane saldırısı, Biden’ın İsrail’de verdiği fotoğraf ve tüm bu gelişmelerin krizin geleceğine ilişkin etkilerini analiz etti. “Korkarız ki, önü alınamadığı takdirde içine girdiğimiz sarmal, sonuçları Ortadoğu’yu da aşarak küresel ölçekte Doğu ile Batı’yı birbirinden daha da uzaklaştıracak bir ivme kazanıyor” dedi.
Sedat Ergin’in yazısı şöyle:
Batı dünyası ve Filistin meselesinde dengeli bir tutum ihtiyacı
Gazze’de önceki gün bir hastanenin roket ateşine hedef olması sonucu 500 Filistinlinin hayatını kaybetmesiyle birlikte dünya bir kez daha büyük bir şok içinde.
Bu hadise, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e baskın bir saldırı düzenleyerek ayrım gözetmeden öldürme ve insan kaçırma eylemleriyle başlayan, İsrail’in de buna ağır bir misillemede bulunmasıyla patlak veren savaşı çok daha tehlikeli bir eşiğe taşımıştır.
Savaşın tırmanış seyrinde her seferinde daha da ölümcül bir nitelik kazanan, insanlık ve vicdan ölçülerinin sınırlarını yok eden bir kötülük sarmalı içinde sarsılıyoruz.
Krizin her yeni aşamasında farklı şekillerde kurulan cümlelerle formüle edilen en sert kınama açıklamaları, rutinleşen tekrarların sonucu olarak artık fazla bir anlam da ifade etmiyor.
*
Hastanenin saldırıya uğramasının sorumluluğuyla ilgili olarak savaşan tarafların birbirlerini suçlayan açıklamalar yapmalarının yarattığı çelişkili tablo zihinleri karıştırmış bulunuyor. İsrail Hamas’ın suçlamalarını kuvvetle reddetse bile, kendisinin bu tür hadiselerde sahadaki günahlarından kaynaklanan sicili o kadar kötüdür ki, olayı duyan pek çok insan şüphe etme ihtiyacını duymamıştır.
Teknolojinin sağladığı imkânlarla bu saldırının gerçek failinin er geç kesinlik içinde ortaya çıkartılmasını beklemek bu aşamada en doğru tutum görünüyor. Bunun için çok uzun bir süre beklemek gerekeceğini zannetmiyoruz.
*
Bu son olaydan bağımsız olarak baktığımızda, fotoğrafın bütününü okuyabilmek için şu tespitleri de kayda geçirmeliyiz. Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği baskın saldırı sırasında sivil-asker ayrımı yapmadan insanları öldürmesi, çocukları, yaşlı kadınları bile kaçırmış olması, Filistinlilerin ‘mağdur’ imajına büyük bir gölge düşürmüştür.
Kuşkusuz, İsrail’in de kendisini savunması ve Hamas’ın bu saldırısına karşılık vermesi meşru hakkıydı. Ancak bunu yaparken, aynı yöntemlere başvurarak ve orantısız bir şekilde Gazze’deki sivil ve askeri hedefler arasında ayrım gözetmemesi, çok vahim bir durum yaratmıştır.
İsrail, terör örgütüne karşı kendisini savunduğunu belirtirken, verdiği yanıtta ayrım yapmayarak bir bakıma hedef aldığı örgütün davranış kalıplarıyla hareket etmektedir.
Durumu daha da ağırlaştıran, İsrail’in Gazze’yi abluka altına alıp, suyu, elektriği keserek burada zaten mahrumiyet koşulları içinde yaşayan insanların en hayati ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini imkansız hale getirmekte oluşudur. İsrail, Gazze’de yaşayan 2 milyondan fazla insana yaşam haklarını yasaklamaktadır.
Bölgede bir devlet olarak var olma hakkına saygı gösterilmesini beklemek ne kadar İsrail’in hakkıysa, karşılığında bu ülkenin uluslararası hukuka, uluslararası insancıl hukuka uymak gibi bir yükümlülüğü de vardır.
*
Korkarız ki, önü alınamadığı takdirde içine girdiğimiz sarmal, sonuçları Ortadoğu’yu da aşarak küresel ölçekte Doğu ile Batı’yı birbirinden daha da uzaklaştıracak bir ivme kazanıyor.
Batılı ülkelerin önemli bir bölümünün İsrail’e düzenlenen Hamas saldırısını haklı olarak kuvvetli bir şekilde kınarken, bu ülkenin yaptığı misillemenin kontrolsüzlüğünü aynı kararlılıkla kınamaktan kaçınması, adil olmayan, dengesiz bir durum yaratıyor.
Ayrıca, örneğin Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı karşısında hemen devreye sokulan uluslararası hukuk kuralları, ölçüleri, İsrail’in Gazze’ye dönük ayrım gözetmeyen saldırıları ve aynı zamanda BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in Filistin topraklarını işgale son vermesini öngören kararları uygulanmadığında nedense hatırlanmıyor.
Dahası, başta ABD olmak üzere bazı Batılı ülkelerin İsrail ile dayanışma içine girerken, bu ülkeye bugüne dek Filistinlilere reva gördüğü muamele konusunda elini serbest hissetmesine yol açacak bir kayıtsızlıkla davranmaları, durumu daha da zorlaştıran bir etki icra ediyor.
ABD Başkanı Joe Biden’ın krizin en kritik anında, üstelik Gazze’deki hastanede yaşanan katliam nedeniyle bütün dünyada bir infial dalgası yayılırken, İsrail’e gidip Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu kucaklaması, her bakımdan düşündürücüdür.
Biden’ın Netanyahu’nun yanında yaptığı açıklamalarda açık bir şekilde İsrail’i destekleyen bir doğrultuda konuşması kendisini açıkça bütün dünya gözünde taraf bir konuma yerleştirmiştir.
Netanyahu ile kucaklaşırken bu fotoğrafın dünyanın başka köşelerinde nasıl algılanacağını çok da mesele etmediği anlaşılıyor Biden’ın. Demokrat Başkan’ın önümüzdeki yıl ikinci kez girmeyi planladığı başkanlık seçimi öncesinde ABD’deki güçlü Musevi lobisini yanına almayı hesapladığı da göz ardı edilemez.
Ancak kabul edelim ki bundan sonra İsrail’in ablukası ve saldırıları sonucu Gazze’de meydana gelebilecek sivil insan kayıpları değerlendirilirken, her bir kayıpta bu fotoğrafın gölgesi hissedilecektir.
*
Problem şuradadır ki, ABD bu çizgiye kayarken, kendisinin savunduğu demokrasi, hukuk, insan hakları, kurallara dayalı bir uluslararası düzen gibi değer ve hedeflere de zarar veriyor. Son tahlilde ABD kendi inandırıcılığını da kaybettiği için, Batı dünyası adına öncelediği bu değerleri ne yazık ki dünyanın geri kalan kesimlerinin gözünde de aşağı çekiyor.
Unutmayalım ki, İsrail bugüne dek ciddi bir bedel ödemeden işgali sürdürüp Filistin sorununa iki devletli bir çözüme giden bütün yolları tıkadıysa, bunu önemli ölçüde ABD’den gördüğü himaye sayesinde yapabilmiştir.
*
Büyük ölçüde karamsar bir akış izleyen bu yazımızda olumlu bir gelişme olarak dikkat çekebileceğimiz bir durum, Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in dün Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı çıkıştır.
Borrell, “Korkunç terör saldırılarını kınıyoruz ancak Gazze’de sayıları üç bini bulan sivil ölümlerini de kınamamız gerektiğini düşünüyorum. Bir trajediyi kınamak, başka bir trajediyi kınamamızı engellememelidir” diye konuşuyor.
AB Yüksek Temsilcisi, İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu vurgularken, “Ancak tüm haklar gibi savunma hakkının da sınırları olduğunu söylemekte sanırım hepimiz birleşiyoruz. Mevcut durumda bu sınırlar uluslararası hukuk ve özellikle de uluslararası insancıl hukuk tarafından belirlenmektedir” diye ekliyor.
İspanyol Sosyalist Partisi üyesi olan Borrell, “Bir halkın suyunu ve temel ihtiyaçlarını kesmenin savaş hukukuyla bağdaşmadığını” da ifade ediyor bu konuşmasında
Borrell’in ilkesel çerçevede doğru bir zemine oturan ve her iki taraftan da eleştirilerini esirgemeyen bu çizgisinin AB’nin bütünü tarafından ortak bir tutum olarak içselleştirilerek tekrarlanması, en azından Avrupa cephesinde sevindirici bir gelişmeyi gösterecektir.
*
Her halükârda, bölgede yaşadığımız kriz sarmalı, Filistin sorununa iki devletli adil bir çözüm getirilmesi ihtiyacının hiçbir zaman gündemden çıkmayacağını ve bu çözüm bulunmadığı sürece, ne bölgenin ne de dünyanın huzur bulamayacağını bir kez daha herkese anlatmış olmalıdır.
Sorunun çözümsüz kalması, yakın tarihte Hamas’ın güçlenmesi örneğinde tecrübe edildiği gibi, köktenci hareketlerin daha çok zemin kazanmasına yol açacaktır. Bu da bölgenin geleceğinde barış, huzur, istikrar arayışları için iyi haber değildir.