Türkiye’nin dış politika kurnazlığı(!)
Türkiye bugün, bölgesel varlığını sürdürmek ve daha başka coğrafyalara nüfuz etmek için fırsatlar kolluyor.
Türkiye'nin yıllardır izlediği bu politikayı, Irak, Suriye ve Libya’nın yanı sıra, Arap coğrafyasına yakın bölgelere müdahalesi öncesi ve sonrasında da görebiliyoruz. Zira Türkiye, komşu ülke olmanın gerektirdiği birlikte yaşamayı reddederek, bazı Arap topraklarını işgale devam etti.
Aslında AKP’nin politikası, yılların deneyim ve birikimiyle, Arap-Arap, Türk-Arap gibi stratejik bölgelerde var olma ve bu bölgelerde egemenlik kurma emelleri üzerine kurulu bir politikadır. Bu politikayı, Suriye'deki tavrından, Arap Körfezi ve Kuzey Afrika ülkelerinin güvenliğini baltalamaya çalışmasından anlamak mümkün. Aslında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Araplarla olan anlaşmazlığı bitirmeye yönelik yaptığı girişimin dışında Türkiye, yakın geçmişteki adımlarıyla, Arap ülkeleriyle yeni bir sayfa açma niyetinde olduğunu göstermişti. Mısır ve Körfez ülkeleri de bu ülkelerin başında geliyor. Ancak Türkiye’nin, problemleri sıfırlama, istikrar ve barışa dayalı bir açılım yapma girişimini; yayılmacı-müdahaleci bir politika olarak tanımlayabiliriz. Zira, içeride siyasi krizlerle boğuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu hamlesi, bölge ülkeleriyle ortak çıkarlar temeline değil; AKP içindeki ayrılık ve çatışmalara engel olma, parti liderleri ile parti entelektüelleri arasında artan fikir çatışmasını yok etme, ana muhalefetin yanı sıra Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın hareket alanını daraltma amacıyla yapılmaktadır. Bütün bunlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı endişelendirmiş, değişik arayış ve manevralar içine sokmuştur. Ancak bu manevraları, bölgedeki devletlerle tavizler vermeden yapmaya çalışıyor.
Bu nedenle Recep Tayyip Erdoğan, söylemleri ile eylemleri arasındaki çelişkilere rağmen, başta Mısır ve Körfez ülkeleri olmak üzere, Arap ülkeleriyle kapsamlı müzakereler yapmayı umut ediyor. Ancak bu durumun ciddi manada gözden geçirilmesi gerekiyor. Arap cenahı -Mısır ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere- Türkiye'nin gerilim politikasına devam edeceğini, genel ve ciddi baskı olmadan geri adım atmayacağını, karşılıklı çıkarlara dayalı anlaşma yapmayacağını artık görüyor. Özellikle Doğu Akdeniz bölgesindeki mevcut çatışmalar göz önünde bulundurulursa, Türkiye’nin ilişkileri düzeltme adına geri adım atması ve birçok şeyden feragat etmesi gerekiyor. Uluslararası hukuk kuralları da bunu gerektiriyor zaten. Bölgede “ağabey” pozisyonunu koruyarak Türkiye, bu coğrafyadan büyük kazanımlar elde etmeyi planlıyor. Ancak Arap ülkeleri bunun bilincinde.
Mısır, Türkiye’nin Kuzey Afrika’daki mevcudiyetine karşı çıkıyor. Dolayısıyla Türkiye’yi Libya'da sıkıştırmaya, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki müdahalesine engel olmaya, hakimane tavırla Güney Kıbrıs ve Girit adalarını tanımayıp Yunanistan’la çatışmacı politika izlemesine karşı durmaya devam edecektir. Bununla da kalmayıp, Türkiye’nin kıta sahanlığı ve ekonomik bölgeler konseptini öne sürerek Akdeniz'deki kuyu bölgelerine yakın üst bölgelerde keşif sondajları yapmasına, Libya ile yaptığı deniz sınırlandırma anlaşmasına göre hareket etmeye devam etmesine de müsaade etmeyecektir. Hal böyle olunca, Türkiye rejiminin istediği müzakere talebinin inandırıcı olması; siyasi ve stratejik tavrını değiştirmesine, üzerinde tek tarafın değil, bütün tarafların mutabık olacağı barışçıl ilkelerin belirlenmesine, ortak çıkar, istikrar ve güvenlik temeline dayalı anlayışın olmasına bağlıdır. Nasıl ki İran ve bölgesel projesi, ulusal Arap istikrar ve güvenliğine tehdit oluşturuyor, aynı şekilde Türkiye de bölge için tehlike arz ediyor. Arap coğrafyasının bu tehlikeye karşı ortak tavır almaları ve ciddi bir duruş sergilemeleri gerekmektedir. Ancak bu şekilde, Arap dünyasında yayılmacı politika izleyen Erdoğan’ın gerçekleştirmeyi hayal ettiği planın önüne geçilebilir.
Nitekim Erdoğan, ciddi bir tavır ve baskı görmedikçe bu hayalinden kolayca vazgeçeceğe benzemiyor. Sorunları sıfırlamak, ilişkilerin hemen başlayacağı anlamına gelmez, aynı zamanda mevcut politikayı bir daha gözden geçirmek, bunun ışığında da somut adımlar atmak gerekiyor. Türkiye, bütün Arap ülkelerine karşı politikasını değiştirmeden ve ilişkilerini pozitif yönde dizayn etmeden, hiçbir Arap ülkesinin O’nunla yeni bir sayfa açacağını zannetmiyorum. Suriye ve Irak için geçerli olan, Mısır ya da Suudi Arabistan ile kurulmaya çalışılan ilişki önerileri için geçerli olmayabilir. Türkiye de bunun farkında. Mısır’ın ulusal güvenliğini tehdit eden Türkiye’nin Libya’daki varlığı göz önünde bulundurulduğunda, anlaşmanın kolay kolay olmayacağı aşikar.
Türkiye’nin, Suriye’ye devam eden müdahalesi ve bulunduğu topraklardan çekilmemesi ilişkilerin tekrar başlamasını zorlaştırıyor. Dolayısıyla Türkiye'nin dış politikasını gerçek manada yeniden gözden geçirmesi ve uygulamaya dönüştüremediği siyasi ve medyatik söylemlerden vazgeçmesi gerekiyor.
Merkez Arap ülkelerinin ortak tavır ve üslup geliştirerek, yeni bir yol haritası çizmesi gerekir. Mesela Mısır, Ürdün, Irak üçlü koordinasyonu oluşturulabilir ve Ala Zirvesi başarısından sonra canlılığını yeniden kazanan Arap İşbirliği Konseyi ile birlikte çalışacak Doğu Arap ittifakı kurulabilir. Bu da, sadece Türkiye’nin değil, İran ve başka ülkelerin, Arap içişlerine müdahale etmesine ve topraklarına nüfuz etmesine engel teşkil edecektir.
Dolayısıyla Arap ülkelerinin Türkiye ile kurulacak herhangi bir diyaloğu için bölgesel güce sahip olması ve ortak strateji geliştirmesi şart.
Türkiye ile gerçek ilişkilerin kurulması için; karşılıklı siyasi vizyon oluşturulmalı, Türk siyasetindeki değişimin boyutu doğru okunmalı ve Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı baskılar gözardı edilmemelidir ve Arap ülkeleri bu durumu kendi lehine dönüştürmenin yollarını aramalıdır.