PKK’nın Fesih Kararı ve Silah Bırakma Süreci: Dr. Süha Çubukçuoğlu Değerlendirdi - Al Ain Türkçe Özel

PKK’nın fesih kararı ne anlama geliyor? TRENDS Araştırma ve Danışmanlık Merkezi Kıdemli Araştırmacısı Dr. Süha Çubukçuoğlu süreci güvenlik ve siyaset açısından değerlendirdi.
PKK’nın fesih kararı, Türkiye’nin güvenlik politikaları açısından bir dönüm noktası mı yoksa yeni bir stratejik manevranın parçası mı? TRENDS Araştırma ve Danışmanlık Merkezi Kıdemli Araştırmacısı -Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Uzmanı Dr. Süha Çubukçuoğlu, bu süreci uluslararası ilişkiler ve bölgesel güvenlik bağlamında kapsamlı şekilde analiz etti.
PKK’nın kendini feshetme kararı sembolik olarak önem taşısa da pratikte Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermekten henüz uzak bir nitelik taşımaktadır. PKK, aslında ömrünü çoktan doldurmuş bir örgüt olarak biraz “malumun ilanını” yapmış oldu diyebiliriz. Silahlı mücadeleyi kaybetmiş, Türkiye içindeki kadroları tasfiye olmuş, etkisiz hale getirilmiş bir örgütün marka değerini korumak için pazarlama stratejisi gereği aynı ad ve kurumsal kimlik altında mücadeleyi sürdürmesi zaten mümkün değildi. Türk ve Kürt siyasetinde kendini yeniden konumlandırmak ve alan açmak için 40 yıldır sürdürdüğü etnik kimlik temelli terör eylemlerini bıraktığını açıklamasının sebebi, mücadelesini daha düzenli ve sistematik biçimde bir sonraki aşamaya taşımak ve gerek Türkiye içinde gerekse Suriye ve Irak sahasında daha etkin biçimde nihai hedefine, yani Akdeniz’e çıkışı olan bağımsız/özerk Kürdistan hayaline bir adım daha yaklaşmaktır.
Bunun yanı sıra PKK’nın ve DEM Parti’nin siyasi-askeri kadroları, İsrail’in Gazze, Lübnan, Suriye operasyonlarıyla olağanüstü düzeyde artan bölgesel gücünü arkalarına alarak kendilerine yeni bir sayfa açmak, taraftar toplamak ve kazanımlarını pekiştirmek istemektedirler. Yoksa PKK’nın silah bırakıp bütün unsurlarıyla Türkiye’ye teslim olacağını beklemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. PKK zaten uzun bir süredir Kandil’e çekilmiş, kamplarından çıkmıyor, eylem yapmıyordu. Bunu resmiyete döküp bir nevi kimlik değiştirerek başka bir isim altında (SDG-YPG), uluslararası meşruiyet kazanmış olarak faaliyetlerine bıraktığı yerden daha agresif biçimde devam edecektir. PKK daha önce de silah bırakma çağrıları yaptı ancak hiçbir zaman tam anlamıyla silah bırakılmadı. KADEK, KONGRA-GEL gibi değişik adlarla faaliyetlerine devam etti. Bugün de çatı örgüt KCK’nın Suriye alt kolu olan YPG adı altında, hem de çok daha ağır silahlarla donanmış, neredeyse 100 bin kişilik düzenli ordu kimliğine bürünmüş şekilde Kuzey Suriye’de faaliyet göstermektedir.
“Kürt Otonom Yönetimi” ve “Suriye Demokratik Güçleri” gibi Batı kamuoyuna şirin görünen ifadelerle isimlendirilen bu yapılanma, Türkiye’nin 911 km’lik Suriye sınırına bitişik sözde kantonlardan oluşmaktadır. Burada PKK’nın türevlerine açık destek veren ABD, İsrail, Fransa gibi ülkelerin amacı, 1991’deki Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra adım adım özerkliğini kazanan Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne ilaveten, Kuzey Suriye Kürt Bölgesel Yönetimi adı altında yeni bir yapıya hayat kazandırmaktır. Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “sadece silah bırakmak yetmez, bütün illegal yapılar tasfiye olmalı” derken kastettiği Avrupa’daki PKK yandaşları ve dahil oldukları siyasi/askeri şebekeler bir yana, hükümet çevrelerinden isimlerin de işaret ettiği YPG ve Kuzey Suriye gerçeği de bu denkleme dahil edilmeden Türkiye’nin “silah bırakma/fesih” talebi tam olarak yerine getirilmiştir denemez.
PYD-YPG’nin elebaşı Mazlum Abdi, Suriye Devlet Başkanı Ahmed El-Şara’yla ABD arabuluculuğunda bir çatı anlaşma imzaladı ama bunun içi henüz doldurulamadı. Şam yönetimi güçlü bir merkezi idare, üniter devlet ve tek ordu isterken YPG, öz yönetimini muhafaza etmek, silahlı gücünü ayrı bir yapı olarak tutmak ve su, elektrik, petrol/doğal gaz gibi zorla el koyduğu gelir kaynaklarından pay almaya devam etmek istiyor. Her ne kadar Fırat’ın batısında gücü kırılmış olsa da ileride Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile anlaşıp (nitekim geçtiğimiz günlerde Suriye-Kamışlı’da bölgedeki tüm Kürt grupların bir araya geldiği ve ortak vizyon/kader birliği tesis etmeye yönelik bir zirve yapıldı), bağımsız Kürt devletini ilan etme ya da en azından Suriye federal yönetimi altında güçlü bir özerk yapıya evrilme iradesine, arzusuna sahip olduğu bir sır değil.
Bir diğer konu, PKK’nın fesih kararını kamuoyuna aktardığı metin. Burada Türk kamu vicdanını, devlet olma özelliğini ve millî birliğini yaralayacak çok sert bazı ifadeler var. Lozan Anlaşması’na ve 1924 Anayasası’na atıf yapılarak “Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’ndan alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı" denilerek, "PKK, katı Kürt inkârının, buna dayalı imha siyasetinin, soykırım ve asimilasyon politikalarının egemen olduğu koşullarda şekillendi" ifadelerine yer verilmesi, Türk halkının kabul edebileceği türden yaklaşımlar değildir. PKK sanki savaş kazanmış gibi, 40 yıllık sözde silahlı mücadelesini “siyasi zaferle” taçlandırmak istemekte, sahada zorla yapamadığını siyasi arenaya baskı, tehdit ve iftira yoluyla tahvil etmeye çalışmaktadır. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a “PKK’nın kurucu önderi Öcalan” şeklinde hitap etmesi de muhalefetten sert tepki görmüştür.
Ancak göz önünde bulundurulması gereken en önemli husus, kamuoyu yoklamalarında halkın %65-70 gibi ezici çoğunluğunun bu süreci desteklemediğinin görülmesidir. AKP, MHP ve DEM Parti’nin Meclis’teki toplam milletvekili sayısı 400’ü bulamadığı için 360 sayısıyla yeni bir anayasa hazırlayıp referanduma götürseler de normal şartlarda bunun halktan onay alması olası değildir. Al Ain News Türkçe’de yayınlanan 27 Şubat 2025 tarihli görüşlerimde de belirttiğim gibi bu süreç esas olarak dar kapsamlı bir Türk siyasi elitiyle kendini “Kürt halkının temsilcisi” olarak gören bir diğer kesim arasında, DEM Parti ve AK Parti’yi yakınlaştırma zemini hazırlamak, yeni anayasa çalışmalarına hız vermek ve Türkiye’nin üniter, ulus-kimlik yapısını ortadan kaldırarak bir nevi “Türk-Kürt Federasyonu”na dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Nitekim DEM Partili yetkililerin PKK’nın feshini “ilk aşama” olarak adlandırması, dağdan gelecek PKK’lılarla kucaklaşmayı dört gözle beklemesi, Suriye’deki YPG-PYD yapılanmasını övmesi ve “Kürtlerin öz örgütlerini oluşturması, dilleri, kimlikleri ve kültürleriyle kendine yeterli olma temelinde örgütlenmesi” gibi Türkiye’yi bölünmeye götürecek taleplerle gelmesi, sürecin aslında yeni başladığını; bu aşamanın müzakere zemini için bir ara kilometre taşı olarak görüldüğünü göstermektedir. CNN, BBC gibi yabancı basın organlarında yapılan “artık top Türkiye’nin kucağında” şeklindeki yorumlardan da anlaşılacağı üzere, PKK ve DEM Parti bu aşamayı “kendi üzerlerine düşeni yapmış ve artık Türkiye’nin adım atmasını bekleyen taraflar olarak” göstermekte; kayyum atamalarının kaldırılması, Kürtçe anadilde eğitim hakkı ve Türkiye’nin yönetim sisteminde değişiklik gibi taleplerle hükümete baskı yapmaya hazırlanmaktadır. Talepleri kabul edilmediği takdirde de sokak hareketlerine ve YPG vb. isimler altında silahlı eylemlere tekrar tenezzül edeceklerdir.