Kösem: Dış politikada normalleşmeye yönelmek çok önemli

Dünya yazarı Burcu Kösem, yeni ekonomi yönetiminin enflasyonu azaltmak adına attığı adımlara değinerek “Dış politikada normalleşmeye yönelmek çok önemli” dedi.
Dünya yazarı Burcu Kösem, “100. Yıla girerken enflasyonla mücadele” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Kösem yazısında Türkiye’nin dış ve iç politikada ekonomi adına attığı adımlara değindi.
Türkiye’nin kur kırılganlığı olduğunu belirten Kösem, bunu çözmenin yollarından birinin ülkeye döviz getirmek olduğunu ifade etti. Lehimize olmayan gelişmeler yaşandığını da belirten Kösem, “Bunlardan ilki aşağı yönlü baskı gören lira ve artan petrol fiyatları” dedi.
Enflasyonun düşürülmesi adına birçok farklı cephede mücadele edildiğini kaydeden Kösem, “”Ülkemiz hem içeride hem de dışarıda iki ayrı cephede mücadeleye devam ediyor. Bunlardan ilki dış siyaset arenasında” ifadelerini kullandı.
“İkinci cephe ise ekonomi cephesi” diyen Kösem, “Enflasyondaki köpüğü almaktan kastım elbette enflasyonla mücadele edilmediği yönünde değildir. Bilinen bir gerçek var ki; uzunca bir müddet enflasyonla beraber yaşayacağız.
Elbette ki bu durum hem mevcut ekonomi politikasına duyulan güveni hem de enflasyon illetinden tüm paydaşların ortak hareketle kurtulma niyetini ifade etmektedir. Bu nedenle bu tutumu çok değerli buluyorum. Ancak bu sadece fiyatlama davranışlarındaki bozulmayı ve beklentiyi bir miktar kırarak, köpüğü almaya yarayacaktır. Örneğin çokça tartışılan gıda enflasyonu; tarımdaki ithal girdilerden tutun, planlaması ve tedarikine hatta dış ticaret rejimine kadar çok geniş bir alanı kapsar” ifadelerine yer verdi.
Kösem şunları kaydetti:
“Diğer taraftan ekonomideki yapısal sorunlar nedeniyle önemli bir kur kırılganlığımız var. Bu kırılganlığı çözmek bir çok kilidin açılmasına imkan tanıyacaktır. Kur kırılganlığını çözmenin birinci yolu da ülkeye döviz getirmekten geçmekte. Ancak dış konjonktüre bakıldığında, hiç de lehimize olmayan gelişmeler var. Bunlardan ilki, aşağı yönlü baskı gören lira ve arz kaygılarıyla yukarı yönlü giden petrol fiyatları…
Öncelikli olarak dolar kuru ve petrol fiyatlarının yükselmesi, enflasyonla mücadelenin önündeki önemli bir engel. Bu durumda hem kurdan hem de ithal girdiden ötürü iki kat darbe alıyoruz. Yine en yüksek düzeyde ihracat pazarımız olan Avrupa, özellikle Almanya’daki durgunluk ve euro/dolar paritesindeki kayıplar, ülkeye döviz kazandırılmasının önünde bir engel oluşturmaktadır.
“ALGIYI DEĞİŞTİRMEK MÜHİM”
Her ne kadar şu an dünyada para, güvenli liman algısıyla dolar, İsviçre Frangı ve altın gibi yerlere gidiyor gözükse de ekonomi yönetiminin yapmış olduğu dış yatırım turları ve de ekonomide geleneksele dönüş, ülkemiz lehine algı oluşturmaktadır. Sonuç olarak dünyada dolaşımda çok yüksek miktarda bir para var ve tam da bu nedenle algıyı değiştirmek oldukça mühim…Bu hafta verilecek TCMB faiz kararı da yine bu nedenden ötürü çok önemli…
İşte o yüzdendir ki; ekonomi yönetimi için dış politikada normalleşmeye yönelmek ve yabancı sermaye çekmek kadar iç gündemimizi doğru yönetmek de çok önemli. Yani aslında Türkiye’nin aynı anda birçok cephede verdiği mücadele birbirini destekler nitelikte…
En büyük artış KDV ve ÖTV'de Özet olarak para politikasında doğru bir yol izlendiğini söyleyebilirim. Fakat maliye tarafında verilen bütçe açıkları ne yazık ki bu duruma paralel gitmemekte.
Son açıklanan merkezi yönetim bütçesi rakamlarına göre iki aylık art arda gelen bütçe fazlasının ardından eylül ayında 129 milyar lira açık verildiği görülmekte, ocak-eylül döneminde ise açık 512 milyar 602 milyon TL’ye ulaşmaktadır.
Açığın bu kadar yüksek olmasındaki temel neden eylül ayı bütçe giderleri kalemindeki artıştan anlaşılıyor; deprem harcamaları nedeniyle sermaye transferleri yüzde 1480,5 olarak kaydedilmiş.
Bütçe gelirlerine baktığımızda ise vergi gelirlerindeki artışta en yüksek payın sırasıyla yıllık bazda KDV ve ÖTV’de olduğu, doğrudan vergi türü olan kurumlar vergisi artış oranının ise daha düşük gerçekleştiği göze çarpıyor.
Vergi gelirlerinin doğrudan yerine dolaylı yani fiyata yansıtılan vergilerden oluşmasının enflasyonist olduğunu biliyoruz.
Depremin etkileri hariç tutulduğunda ise, giderlerde en yüksek payı faiz ve personel giderleri oluşturmakta… Buradan da özellikle kamu üzerindeki kısa vadeli borçlanma ve fazla istihdamın yükünü görebilmekteyiz.
Toparlayacak olursam; enflasyonla mücadele sadece reel kesim ve hane halkının değil kamunun da dahil olduğu topyekün bir mücadeleyle yapılmalıdır.
Para politikasının uygulamak zorunda kaldığı sıkılaşmanın yaratacağı (hiç istenmese de) faiz maliyetinin yükü bütçe disipliniyle ve vergi reformuyla desteklenmediği sürece enflasyonla mücadelede istenen sonucu almak için daha uzun bir süre gerekecektir”