Suriye’nin Türkiye’den resmi destek isteği nasıl okunmalı? Al Ain Türkçe Özel

MSB’nin Suriye’nin Türkiye’den resmi destek istediği yönündeki açıklamasını Al Ain Türkçe’ye değerlendiren Doç. Dr. Murteza Ocaklı, “Açıklama, somut iş birliğinin başladığı yeni bir dönemin işaret fişeği niteliğindedir” dedi.
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) kaynakları, IDEF 2025 17’nci Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı nedeniyle İstanbul Fuar Merkezi’nde düzenlenen haftalık basın bilgilendirme toplantısının ardından gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.
Suriye gündemine ağırlık veren MSB kaynakları, Suriye'nin Süveyda kentinde yaşanan çatışmalar ve İsrail'in Şam'a yönelik saldırılarıyla ilgili soruları yanıtlarken Türkiye’nin tutumuna ilişkin de bilgi verdi.
"Milli Savunma Bakanlığı olarak, Suriye'nin yeni hükümetiyle yakın bir iş birliği içinde çalışmaktayız” açıklamasını yapan MSB kaynakları, Suriye’nin Türkiye’den resmi destek talep ettiğini de duyurdu. Atılacak adımlara yönelik bilgi veren MSB, “Suriye yönetimi tarafından, savunma kapasitesinin güçlendirilmesi ve başta DAEŞ olmak üzere tüm terör örgütleriyle mücadele kapsamında Türkiye'den resmi destek talep edilmiştir. Bu talep doğrultusunda, Suriye'nin savunma kapasitesini artırmaya yönelik eğitim, danışmanlık ve teknik destek sağlanması için çalışmalarımız devam etmektedir” açıklamasını yaptı.
MSB’nin açıklamalarının Türkiye-Suriye ilişkilerini ne yönde etkileyeceği merak ediliyorken İstanbul Aydın Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi ve Finans Bölüm Başkanı Doç. Dr. Murteza Ocaklı konuyla ilgili değerlendirmelerini Al Ain Türkçe ile paylaştı.
“İKİLİ SAVUNMA PROTOKOLLERİ GÜNDEME GELEBİLİR”
Sözlerine “Bu açıklama hem diplomatik ilişkilerin normalleştiği hem de sahada somut iş birliğinin başladığı yeni bir dönemin işaret fişeği niteliğindedir” diyerek başlayan Ocaklı, “Suriye’nin Türkiye’yi resmî olarak davet etmesi, Ankara'nın sağlayacağı eğitim ve teknik desteği uluslararası hukuk bağlamında meşrulaştırmaktadır. 1998 Adana Mutabakatı ve Birleşmiş Milletler’in 2254 sayılı kararı, bu iş birliğinin temel çerçevesini oluştururken, önümüzdeki süreçte ikili savunma protokollerinin ve teknik iş birliklerinin tesis edilmesi gündeme gelebilir. Ayrıca, Şam'daki Türk Büyükelçiliği’nin yeniden açılması ve yeni yönetimin siyasi olarak tanınması, diplomatik zemini daha da sağlamlaştırmaktadır” dedi.
“Türk Silahlı Kuvvetleri, bu kapsamda Suriye ordusuna yönelik eğitim ve danışmanlık programları yürütmeye hazırlanmaktadır” diyen Ocaklı, “Bunun yanında Türk savunma sanayiinden sağlanacak teknik destek, özellikle sınır güvenliğinin tahkimi, istihbarat paylaşımı ve terör örgütlerine yönelik koordineli operasyonlar gibi konularda Suriye ordusunun kapasitesini artıracaktır. Türkiye’nin öncelikleri arasında PKK/YPG unsurlarının etkisizleştirilmesi, SDG ile Şam arasında sağlanan uzlaşının sahada uygulanmasının denetlenmesi ve Fırat’ın doğusundaki istikrarın sağlanması yer almaktadır” ifadelerini kullandı.
Gelişmelerin ekonomik düzlemine de değinen Ocaklı, “Ekonomik düzlemde ise Türkiye, enerji ve altyapı desteğiyle Suriye’nin yeniden inşasına katkı sunmaktadır. Halihazırda doğalgaz tedariki, elektrik üretimi ve temel kamu hizmetlerinin yeniden devreye sokulmasına yönelik adımlar atılmıştır. Bu süreç, Türk müteahhitlik ve sanayi sektörü için yeni fırsatlar yaratmakta; özellikle sınır illerimiz açısından ekonomik canlılık getirecek ticaret yollarının açılmasına zemin hazırlamaktadır. Diğer yandan, 273 bini aşan gönüllü Suriyeli geri dönüşü ile birlikte Türkiye, hem demografik hem de mali anlamda taşıdığı mülteci yükünü hafifletmeyi hedeflemektedir” diye konuştu.
Ocaklı şunları söyledi:
“Suriye’nin Türkiye’den destek talebi, sadece iki ülke ilişkileri açısından değil, bölgesel güvenlik ve siyasi mimari bakımından da dönüştürücü niteliktedir. Türkiye, bu süreçte sadece güvenliğini tahkim eden değil, aynı zamanda barışın ve istikrarın inşasında da sorumluluk üstlenen yapıcı bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Ancak Türkiye'nin Suriye'ye yönelik resmî destek süreci, taşıdığı fırsatlarla birlikte bazı önemli riskleri de beraberinde getirmektedir. Her şeyden önce, sahada askerî danışmanlık ve koordinasyon görevleri üstlenecek Türk unsurların güvenliği kritik bir mesele hâline gelmektedir. DEAŞ kalıntıları, radikal gruplar veya yeni düzene karşı direniş gösteren yapılar, Türk personelini hedef alabilir. Özellikle SDG içerisindeki bazı unsurların uzlaşıya rağmen sahada direniş göstermesi, Türkiye’yi istenmeyen çatışma ortamlarına çekme potansiyeline sahiptir. Bu da sınırlı angajmanın bir tür sürüklenme stratejisine evrilme riskini doğurmaktadır.
Siyasi düzlemde ise, Türkiye’nin iş birliği yaptığı geçiş hükümetinin kurumsal yapısını sürdürememesi ya da uluslararası meşruiyetinin tartışmalı hâle gelmesi durumunda, Ankara’nın bu hükümetle yürüttüğü çalışmalar hukuki ve diplomatik açıdan sorgulanabilir. Yeni yönetimin kendi içinde yaşayacağı olası iç çekişmeler veya otorite boşlukları, Türkiye’yi bir kez daha Suriye krizinin tarafı gibi gösterebilir. Bu hem bölgesel aktörlerle ilişkileri karmaşıklaştırabilir hem de Batılı müttefikler nezdinde yeni eleştiriler doğurabilir.
Doç. Dr. Murteza Ocaklı
“RİSKLER MEVCUT”
Ekonomik açıdan bakıldığında ise Türkiye'nin Suriye’ye sağlayacağı enerji, altyapı ve teknik destek önemli maliyetler doğuracaktır. Halihazırda ekonomik kırılganlıklarla mücadele eden Türkiye ekonomisi açısından bu sürecin sürdürülebilirliği iyi planlanmalıdır. Ne kadar Suriye’ye yönelik ambargolar kalksa da ABD’de demokratların tekrardan yönetime geçtiği durumda Suriye hâlâ ABD’nin CAESAR Yasası gibi ağır yaptırımları altındayken, bu alanda faaliyet gösterecek Türk firmaları ikincil yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir. Ticaretin ve yeniden inşanın beklenen hızda gelişmemesi durumunda ise yatırımların geri dönüşü gecikebilir.
Toplumsal düzeyde de dikkat edilmesi gereken riskler mevcuttur. Suriyeli mültecilerin geri dönüş süreci her ne kadar hızlanmış olsa da, bu dönüşlerin sahadaki güvenlik ve sosyoekonomik koşullara bağlı olduğu unutulmamalıdır. Eğer Suriye tarafında yeterli altyapı ve kamu hizmetleri sağlanamazsa, dönüşler yavaşlayabilir ya da yeniden göç hareketleri başlayabilir. Ayrıca, dönen mültecilerle yerel halk arasında yaşanabilecek gerilimler, Türkiye’deki toplumsal hassasiyetleri yeniden gündeme taşıyabilir.
İRAN VE İSRAİL’E DİKKAT ÇEKTİ
Bölgesel dengeler açısından değerlendirildiğinde, Türkiye’nin Suriye ile geliştirdiği iş birliğini etkileyebilecek diğer iki kritik aktör İran ve İsrail’dir. İsrail her ne kadar Suriye’deki yönetim değişimini İran’ın etkisini sınırlandırmak amacıyla dolaylı olarak desteklese de, Golan Tepeleri başta olmak üzere Suriye toprakları üzerindeki hava sahası kontrolü ve askerî angajmanları zamanla fiilî bir işgal niteliği kazanma eğilimindedir. Bu durum, yalnızca Suriye’nin egemenliği açısından değil, Türkiye’nin güvenlik perspektifi bakımından da önemli riskler doğurmaktadır. İsrail’in Suriye topraklarında kalıcı bir askerî varlık tesis etmesi, Türkiye’nin güney sınırında hukuk dışı bir aktörle doğrudan komşu hâline gelmesi anlamına gelmektedir ki bu, uzun vadede stratejik tehditler barındıran bir gelişmedir. Öte yandan, İran’ın Suriye üzerindeki nüfuzunu kolaylıkla terk etmeyeceği açıktır. İran hem bölgedeki Şii hatlarını korumak hem de İsrail karşıtı jeopolitik pozisyonunu tahkim etmek amacıyla Suriye’yi önemli bir stratejik derinlik olarak görmektedir. Yeni yönetimin mezhepsel yapısı ve Alevi nüfusla yaşanabilecek uyum sorunları, İran’a yeniden müdahale zemini yaratabilir. Bu bağlamda, ilerleyen dönemde Suriye’de yaşanabilecek yeni iç çatışmalar ya da mezhep temelli ayrışmalar, İran’ın tekrar askeri-siyasi nüfuz kurma çabalarını hızlandırabilir. Böyle bir senaryo yalnızca Suriye’deki istikrarı tehdit etmekle kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin yürüttüğü barış inşa sürecini zora sokacak ve güney sınırlarında yeni güvenlik riskleri oluşturacaktır.
Dolayısıyla, Türkiye’nin Suriye politikasında İran ve İsrail’in eylem ve stratejileri yakından takip edilmeli; bölgesel güç dengeleri gözetilerek çok boyutlu ve esnek bir diplomasi yürütülmelidir. Aksi hâlde, Türkiye’nin Suriye’de elde etmeye çalıştığı kazanımlar, dış aktörlerin rekabeti karşısında aşınabilir ya da sürdürülemez hâle gelebilir”