Dr. Süha Çubukçuoğlu yazdı: BRICS Zirvesi ve Türkiye’nin Dış Politika Ekseni
Trends Araştırma ve Danışmanlık Türkiye Direktörü Dr. Süha Çubukçuoğlu, Kazan’da yapılan 16. BRICS zirvesi konusunda Al Ain Türkçe için aydınlatıcı bir makale hazırladı. BRICS’in dünya dengeleri için kritik önemini anlattı.
BRICS’in 16. Liderler Zirvesi, Rusya’ya bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da gerçekleştiriliyor. Zirve dünya dengeleri için kritik önemde. Trends Araştırma ve Danışmanlık Türkiye Direktörü Dr. Süha Çubukçuoğlu, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı zirveyi Al Ain Türkçe için yazdığı makaleyle değerlendirdi. İşte Çubukçuoğlu’nun o makalesi...
BRICS Zirvesi ve Türkiye’nin Dış Politika Ekseni
22-24 Ekim tarihlerinde Rusya’nın Kazan şehrinde yapılan 16. BRICS zirvesi birçok yönden ilkleri barındırdı. 2001 yılında o dönem ABDli finans kuruluşu Goldman Sachs’te ekonomist olan James O’Neill tarafından yatırım yapmaya elverişli, yükselen dört piyasayı (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) betimlemek için kullanılan BRIC terimi 2009’da Güney Afrika’nın da gruba katılmasıyla BRICS adını almıştı. 15 yıl aradan sonra 2024 yılı başında dört yeni üyeyi (Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, İran, Etiyopya) bünyesine katan BRICS bu adımıyla Küresel Güney olarak tabir edilen gelişmekte olan ülkeler için Batılı 7 ülkenin kurduğu G7'ye alternatif bir ekonomik platform olarak öne çıktı.
Ticaret dengesizlikleri, gelir dağılımı eşitsizliği, finansmana adil erişim ve ABD dolarına alternatif para birimleri gibi öncelikli konulara dikkat çekmesiyle BRICS, küresel yönetişimi reforme etmek ve gelişmekte olan ülkeler arasında kaynakları ortaklaşa kullanmak adına esasen ABD/Batı merkezli Bretton-Woods kurumlarına rakip olarak kuruldu. Rusya-Kazan zirvesi dört yeni üyenin hazır bulunduğu, 20’den fazla gözlemci ülkeyle geniş bir katılımın olduğu ve NATO üyesi olarak Türkiye’nin de gruba üyelik başvurusunun değerlendirildiği ilk toplantıydı. 18 Kasım’da Brezilya’da yapılacak olan G20 zirvesi öncesine rast gelmesi de şüphesiz tesadüf değildi.
İki yıl öncesine kadar gündemde nispeten az yer işgal eden BRICS, 2022’de Rusya-Ukrayna savaşının patlak vermesi sonrası Rusya’nın başta SWIFT olmak üzere Batı kontrolündeki ödeme ve finansman sistemi dışına çıkarılması, mal varlıklarına el konulması, ticari yaptırımlar, küresel tedarik zincirindeki sıkışma ve artan ABD-Çin rekabetiyle çok hızlı bir şekilde popülarite kazandı. Bugün dokuz üyeli BRICS+ grubu satın alma gücü paritesi açısından küresel GSYİH’nın %35’ine (G7’nin payı %31), nüfusun %45’ine sahip, 2,5 trilyon dolarlık dev bir ekonomik güç haline geldi.
Dört yeni üyeli genişleme, enerji ve tabii kaynak tedariki açısından da dengeleri değiştirme potansiyeli taşıyor, zira BRICS’in petrol üretimindeki payı %20’den (Suudi Arabistan’ın olası üyeliğiyle birlikte) %42’ye çıkarken, yüksek teknoloji, savunma sanayi ve temiz enerji sektörleri için kritik öneme sahip nadir toprak elementleri rezervlerindeki payı %72’ye çıktı. Her ne kadar bu yıl grubun genişlemesi öngörülmese de aralarında Türkiye, Azerbaycan, Malezya ve Tayland gibi orta büyüklükte ekonomilerin de bulunduğu 40’a yakın ülke BRICS’e katılma yönünde irade beyanında bulundu.
Bu tablo ABD liderliğindeki “kural temelli liberal uluslararası düzenin” küresel çapta sorunlara çözüm üretme kapasitesinin tartışıldığı ve BM organlarının etkisizliği hususunda özellikle Orta Doğu’da hassasiyetlerin zirve yaptığı bir dönemde, çok kutupluluğa evrilen yeni dünya düzeni arayışı etrafında kalkınmakta olan ülkelerin bir araya gelmesi açısından kritik. BRICS zirvesinin Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan’ın başkenti Kazan’da yapılmasının Türk tarihi kimliği açısından da sembolik bir önemi ve İslam dünyasına verdiği bir mesaj var. Batı ambargolarını milli paralar, alternatif ödeme kanalları ve yeni ticari ortaklıklarla aşmaya çalışan Rusya’nın devlet başkanı Putin zirve öncesinde BRICS’i “ortak değerler, ortak kalkınma vizyonu ve en önemlisi karşılıklı çıkarları dikkate alma ilkesi temelinde çalışan devletlerin oluşturduğu bir birlik” olarak tanımladı.
Zirveden iki gün önce Çin ve Hindistan’ın sınır anlaşmazlığını çözmek için ortak devriye kurulması yönünde mutabakat protokolü imzalaması, yanısıra Çin, Hindistan ve Brezilya’nın Ukrayna savaşını sonlandırmak için masaya altı maddeli ortaklaşa bir plan sürmesi bu bağlamda dikkat çekici gelişmeler oldu. Çin, bir yandan Kuşak-Yol girişimiyle Avrasya’nın en etkin ekonomik gücü olma yönünde ilerlerken diğer yandan Rusya-Ukrayna, İran-Suudi Arabistan, Hindistan-Pakistan arasındaki anlaşmazlıklara çözüm üretme kapasitesini tartıyor, ABD’ye alternatif bir arabulucu olarak konumlanıyor. Ambargolardan muzdarip ve ABD hegemonyasına karşı Rusya’yla saf tutan İran da benzer kaygılara ve önceliklere sahip bir ülke. Gazze, Lübnan ve Yemen krizleri nedeniyle İsrail’le artan gerilimde İran Küresel Güney’i yanına çekmeye, en azından olası bir savaşta tarafsız kalmalarını sağlamaya çabalıyor.
Bütün bu gelişmelere karşın mevcut küresel yönetişim sistemini değiştirmek sanıldığı kadar kolay değil. Herşeyden önce BRICS+ Avrupa Birliği (AB) veya Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi ulus üstü bir yapı iddiasında olmaktan ziyade bir işbirliği platformu olması yönüyle biliniyor. Henüz oturmuş bir kurumsal kimliği hatta sekreteryası bile yok. Çok çeşitli ekonomik, siyasi kültür, farklı milli kimlik ve dinlere mensup üye ülkelerin kendi aralarında süren anlaşmazlıklar bir yana, BRICS+ BM’ye alternatif, uygulanabilir bir kurumsal karar alma mekanizması da sunmuyor. Üyeleri bağlayıcı yaptırımlar olmadığı gibi aksine, grubun oybirliğine dayalı üst yapısı, İsrail-Gazze savaşı ya da iklim değişikliğiyle mücadele ve hidrokarbon bazlı kirli yakıtların aşamalı olarak kaldırılması gibi kaynak yönetimi ve jeopolitik açıdan hassas konularındaki en acil sorunları çözmekte bile BRICS+’ın ağırlığını azaltıyor; kurumsal kapasite ve koordinasyon eksikliği, üyelerin farklı öncelikleri ve jeopolitik engeller grubun etkinliğini sınırlıyor.
Esasen bir “minilateralizm” örneği olarak BRICS+, giderek daha çalkantılı ve belirsiz bir dünyada çok kutupluluğu ilerletmek için benzer düşünce yapısına sahip devletlerden oluşan bir koalisyonu andırıyor. Rusya-Kazan zirvesinde de teyit edildiği üzere grubun aslında şu anki tek ortak gündemi ABD’nin dolar hâkimiyetinin zayıflatılması ve milli para birimleri üzerinden ticareti hızlandırarak alternatif bir ekonomik sistem kurulması. Keza geçen 25 yılda küresel ağırlık merkezinin Avrupa-Atlantik’ten Asya-Pasifik’e kaymasına paralel olarak doların rezerv para olarak tutulma oranı %73’den %56’ya düştü.
Bu bağlamda, merkezi Şanghay’da bulunan BRICS Yeni Kalkınma Bankası (NDB) ABD doları ile yapılan işlemleri daha da azaltmayı, yuan (Çin), rand (Güney Afrika) ve rupiye (Hindistan) dayalı tahvil ihraç etmeyi ve yerel para birimlerinde sağlanan kredi oranını %30lara yükseltmeyi hedefliyor. Yine de 2023 itibariyle Dünya Bankası’nın $227 milyarlık kredi portföyüne karşı NDB’in $32.8 milyarlık portföyü bile BRICS+’ın bu yönde daha çok yol katetmesi gerektiğine bir işaret. Hele ki büyük umutlar bağlanan BRICS+ ortak para birimi oluşturulması, birbirinden çok farklı ve coğrafi olarak dağılmış dokuz ekonomi için mevcut koşullar altında uygulanabilir değil. Bunun için öncelikle NDB'nin kalkınma bankası kimliğinin ötesinde ortak bir kur politikası, ortak finansal altyapı ve daha büyük rezervlere sahip bir merkez bankasına dönüşmesine ihtiyaç var.
Ukrayna savaşı gölgesinde BRICS zirvesinin yapıldığı Rusya’nın bu anlamda da özel bir yeri var. Rusya, 2022’den bu yana döviz rezervlerinin yarısından fazlası Batı yaptırımlarıyla dondurulduğu için milli paralarla ticaret ve alternatif bir rezerv para birimi oluşturma konusunda en güçlü teşviğe sahip olan ve bu konuda BRICS'in çabalarına öncülük eden ülke. Ancak dış ticaretinin büyük bölümünü yuan ile yapan Rusya’nın Çinle birlikte ağırlıklı bir sepet kur rejimi oluşturulması önerisine karşı dolara endeksli para birimine sahip BAE’nin ve ABD’yle ilişkilerine özel önem veren Hindistan’ın tutumunu yadsımamak gerek. Nitekim Hindistan, Brezilya ve BAE gibi ülkeler Rusya, İran ve Çin’in ABD karşıtı tavrına mesafeli duruyor.
Rusya bir yandan da yaşadığı izolasyonu kırmak için BRICS+’in genişlemesine ve NATO üyesi Türkiye’nin üyeliğe kabulüne sıcak bakan bir ülke. Suriye’nin de yakın zaman önce BRICS’e üyelik başvurusu yaptığı ve Rusya’nın Türkiye’de bir enerji merkezi kurulması önerisi sunduğu ortamda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin’le çarşamba günü yaptığı görüşme daha da önem kazandı. Aslında Türkiye’nin BRICS+ üyelik başvurusu jeopolitik olmaktan çok ekonomik sebeplere dayalı. 5 Kasım ABD seçimleri sonrası Donald Trump’ın olası ikinci başkanlık döneminde AB, NATO ve BM gibi Batı merkezli kurumların zayıflaması ihtimaline karşı Ankara bir yandan iç barışı/ekonomik istikrarı korumaya diğer yandan dış ilişkilerinde stratejik otonomi kazanmaya çalışıyor.
Ukrayna savaşı sonrası Rusya’ya yaptırım uygulamayan tek NATO üyesi olarak Türkiye’nin konumu Moskova açısından kritik önemde. Türkiye ise AB üyelik süreci, gümrük birliği ve vize serbestisi konularının sürüncemede kalmasından rahatsız, kendine alan açmak istiyor. Ekonomik olarak %1 büyüyen AB’ye karşı bu yıl %4 büyümesi beklenen BRICS+ ülkeleriyle gelişen ilişkilerini, 2019’da açıkladığı “Yeniden Asya Girişimine” paralel olarak dış politikada çeşitliliği arttırmak adına bir fırsat olarak görüyor. Ancak bilinenin aksine BRICS+ Türkiye için AB’ye ya da NATO’ya değil daha ziyade G7’ye alternatif olabilecek bir grup (İleride Türk Devletleri Teşkilatı AB’ye ve ŞİÖ de NATO’ya alternatif olabilir).
Bütün bunlarla beraber ticaretinin %50’sini AB’yle yapan, doğrudan yabancı yatırımın %70’ni Batı’dan alan Türkiye diğer iki büyük ticaret ortağı Rusya ($45 milyar) ve Çin ($56 milyar) ile daha derin bir ekonomik-siyasi ilişki içine girerken bunun artılarını, eksilerini de iyi tartmak zorunda. Türkiye’nin bu iki ülkeyle verdiği ticaret açığı toplamda $70 milyar düzeyinde, yani cari açığının neredeyse iki katı. Bu örnekten de hareketle, BRICS+ öncelikli olarak (potansiyel) üyeler arası ticaret açıklarını ele almalı, emtia ticareti ve madencilik gibi sektörlerinden ziyade teknoloji transferi ve katma değerli ürünlere odaklanmalıdır. Gümrüklerin, transit ücretlerinin ve vergilendirmenin “BRICS+ ticaret bölgesi” içinde uyumlaştırılması bu yönde atılabiliecek büyük bir adım olacaktır.
Öte yandan olası BRICS+ üyeliği Türkiye’ye ABD’yle olan zor ilişkisinde bir pazarlık kartı sunabilir; F-16 tedariki/ortak üretimi ve CAATSA yaptırımlarının kaldırılması müzakerelerinde Ankara’nın elini güçlendirebilir. Nihayetinde tüm taraflarla diyaloğu açık tutmak, ticaret paydaşlarını arttırmak, finansman kanallarını çeşitlendirmek ve savunma sanayi için yeni pazarlar yaratmak Türkiye’nin tam da bu zor zamanda ihtiyacı olan optimum strateji olmalıdır… BRICS+ yeni bir aşamaya girerken, Türkiye artan bölgesel etkisini küresel siyasi, ekonomik ve finansal yapıyı reforme etmek, daha hakkaniyetli bir düzeni inşaa etmek için bir kaldıraç olarak kullanabilir.