Demiralp :Piyasada tam tersi bir tablo gözlemliyoruz!
Prof.Dr. Selva Demiralp, Erdoğan’ın faiz indirimlerinin devamı konusunda oldukça net sinyaller vermesine rağmen, piyasalarda belirsizliklerin ortadan kalkmayıp, tam tersi bir tablonun gözlemlendiğini ifade etti.
Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Selva Demiralp, T24’e yazdığı makalede, döviz ve piyasalardaki son duruma ilişkin bazı saptamalarda bulundu.
Demiralp yazısında şu görüşlere yer verdi:
Türkiye'de cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden göreve seçilme olasılığı arttı.
Erdoğan faiz indirimlerinin devamı konusunda oldukça net sinyaller veriyor. Normalde böylesine sade bir iletişimin belirsizlikleri ortadan kaldırması ve piyasa dostu olması beklenir. Oysa tersi bir tablo gözlemliyoruz.
Seçimden hemen önce Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilme şansının arttığı algısı ile borsa yükselip risk primi düşerken, seçim sonrasında Erdoğan’ın yeniden kazanma ihtimalinin artması ile birlikte TL’deki değer kaybının hızlandığını, borsanın düştüğünü ve risk priminin yükseldiğini gözlemliyoruz. Üstelik tüm bunlar iktidarın kur ve borsa üzerindeki baskılama gücüne rağmen yaşanıyor.
Piyasalardaki bu gelişmeler, ekonomik krizden çıkış konusunda muhalefetin sözünü verdiği ortodoks politikalara olan inancı gösteriyor.
Erdoğan ve Kılıçdaroğlu ekonomi politikalarında ne vadediyorlar?
İkinci turda oy verecek olan seçmen sadece cumhurbaşkanını seçmekle kalmayıp aynı zamanda ekonomi politikalarını da seçecek.
İktidarın bu zamana kadar attığı adımlar ortodoks değildi. Ancak her ne kadar seçilen yol ortodoks olmasa da elde edilen sonuçlar ortodoks politikaların öngörüleri ile uyumlu oldu. Zira şu anda tecrübe ettiğimiz üzere, faiz indirimleri sonucunda enflasyonun kontrolden çıkacağı, bu konuda ısrar edilirse büyümenin de ivme kaybedeceği çıkarımları geleneksel politikaların öngörüleri idi.
Döviz arzı artırılmalı ya da döviz talebi kısılmalı
Düşük faiz politikalarının devam ettirilebilmesinin belkemiğini kur üzerinde oluşan baskıları bertaraf etmek oluşturuyor. Bunun için ise ya döviz arzını artırmak ya da döviz talebini kısmak lazım.
Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinin çok tehlikeli seviyelere inmesi ve yabancı sermaye girişini caydıran politikalar nedeniyle döviz arzını sağlayabilmek giderek daha maliyetli hale geliyor. Bu durumda mevcut politikaların sürdürülebilmesi için döviz talebini kısıcı politikalar geliştirilmesi gerek.
Döviz talebi nasıl düşer?
İthalata dayalı bir büyüme modeline sahip olduğumuz için, döviz talebini azaltmak amacı ile yapılabilecek bir tercih, büyümeden feragat etmek olabilir. Seçim öncesi dönemde gözlemlenen ivme kaybı kısmen bu tercihin yansıması olabilir.
Bu yol seçilirse piyasa faizleri üzerindeki baskılama gevşetilir. Bu senaryonun kuru kontrol altında tutabilmesi durumunda, büyüme sıfıra yaklaşır. Enflasyon daha fazla artmaz ama mevcut yıllık yüzde 45’li seviyelerinden pek de aşağı inmez.
Mısır modeli nedir?
Eğer 2024 yerel seçimleri öncesinde büyüme odaklı politikalardan vaz geçilmezse o zaman kur üzerindeki baskılar da devam edecek. Bu baskıları hafifletmek amacıyla halihazırdaki sermaye kontrollerinin dozu Mısır örneğine benzer şekilde artırılabilir. Şayet piyasalarda bir panik yaratmadan bu sıkılaştırma yapılabilirse, ekonomik büyüme yavaşlasa da bir süre daha devam ettirilebilir.
Çifte kur sisteminin hakim olduğu ve serbest piyasa ile resmi kur farkının yüzde 20’lere çıktığı Mısır'da, eldeki kıt döviz en zaruri ihtiyaçlar için kullanılıyor ve hane halkının döviz talebi büyük ölçüde sınırlandırılıyor. Bu tür bir uygulamaya geçilirse, Mısır’da olduğu gibi döviz yetersizliği nedeniyle yurt dışı seyahat ya da ithal tüketimin kısıtlanması gibi günlük hayata doğrudan yansıyacak sonuçlar doğabilir.
Şu anda çok da uzak olmadığımız bu örneğin sadece alım gücümüzde bir erime anlamına gelmediğini, yaşam şeklimizde de önemli sınırlamalar getirebileceğini, dış dünyaya açılan kapıları önemli ölçüde kapatabilecek sonuçları olduğunu göz önünde bulundurmakta fayda var.
Görülen o ki mevcut ekonomi politikalarının sürdürülmeye çalışıldığı bütün senaryolar seçim öncesi dönemden çok daha olumsuz sonuçlarla bitiyor. Kuşkusuz Kılıçdaroğlu’nun temsil ettiği ortodoks politikalar da önümüzdeki 1-2 sene için toz pembe bir tablo çizmiyor. Ancak arada önemli bir fark var. Bir tarafta hatalı ve bu nedenle de maliyetli olan bir politikada ısrar var. Literatür bu tür ısrarların geri dönüşü çok zor olan ve ağırlıklı olarak ekonomik bunalımlarla sonuçlanan sonuçları olduğuna işaret ediyor. Diğer tarafta ise seçim öncesi politika hatalarının maliyetlerini ödeyip bu hatalardan dönmeye odaklı bir plan var.