HDP, "Herkes İçin Adalet" kampanyasını başlattı

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP), bugün başlattığı “Herkes İçin Adalet” kampanyasına ilişkin açıklamalarda bulundu.
Haberdar sitesinin haberine göre, Partiden yapılan açıklamada, Türkiye'de uzun süredir ekonomik ve sosyal kriz yaşandığı vurgulanarak, "Artık vakai adiyeden sayılan yolsuzluk, kayırmacılık, ayrımcılık; bayağı şiddet, nefret ve tehdit dili, cinsiyetçi, ötekileştirici zihniyet toplumu sürekli kutuplaştırmaktadır. Bu yolla ayakta kalmaya çalışan iktidarın düşmanlaştırıcı dili, ne yazık ki, toplumun temel harcı olan insani değerleri bir bir aşındırmakta, toplumu ahlaki bir yozlaşma girdabına sürüklemekte, toplumsal çözülmeyi dayatmaktadır" denildi.
Söz konusu krizlerin temelinde "adaletsizlik" olduğunun belirtildiği açıklamada, "Bir toplum ancak adaletle var olabilir. Adalet yoksa toplum çözülmeyle, ülke çöküşle karşı karşıya kalır" ifadeleri kullanıldı.
Pervin Buldan ve Mithat Sancar tarafından okunan deklarasyon:
1.Türkiye’de uzun süredir yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasal kriz, bir adaletsizlik ve eşitsizlik rejimi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile yaşamın tüm alanlarına sirayet etmektedir. AKP-MHP iktidarı tarafından ekonomi, yargı, sağlık, eğitim, siyaset ve kültür alanlarında yaratılan çürümüşlük, çözümsüzlük ve tıkanmışlık topluma katlanılması zor bir yaşam olarak yansımaktadır.
Artık vakai adiyeden sayılan yolsuzluk, kayırmacılık, ayrımcılık; bayağı şiddet, nefret ve tehdit dili, cinsiyetçi, ötekileştirici zihniyet toplumu sürekli kutuplaştırmaktadır. Bu yolla ayakta kalmaya çalışan iktidarın düşmanlaştırıcı dili, ne yazık ki, toplumun temel harcı olan insani değerleri bir bir aşındırmakta, toplumu ahlaki bir yozlaşma girdabına sürüklemekte, toplumsal çözülmeyi dayatmaktadır.
Bu krizlerin her birinin ayrı ayrı sonuçları olsa da, hepsinin toplamda ürettiği ve giderek çığ gibi büyüyen ortak bir sonuç vardır: Adaletsizlik.
Bir toplum ancak adaletle var olabilir. Adalet yoksa toplum çözülmeyle, ülke çöküşle karşı karşıya kalır. Toplumsal ve siyasal yaşamdan adaleti çıkardığınızda, geriye bugün olduğu gibi yalan, talan ve zulüm düzeni kalır. Türkiye’nin bugün en büyük ve öncelikli sorunu adaletsizliktir. Tarihte bugünkü gibi yalanın, gaddarlığın, riyakarlığın geçer akçe olduğu; adaletin, vicdanın ve ahlakın yok sayıldığı dönemler çok enderdir.
Yargıdan kadın haklarına; vergiden ücrete; işçi haklarından tüketici haklarına; sağlığa erişimden konut hakkına; ifade özgürlüğü hakkından engelli haklarına; çocuk haklarından hayvan haklarına, barış hakkından yaşam hakkına, su ve toprak hakkından ekolojik haklara kadar her alanda adaletsizlik bu rejimin temel özelliğidir.
Gayri meşruluğu, yolsuzluk düzenini, insanlık suçlarını ancak ve ancak böyle bir adaletsizlik düzeninde sürdürebileceklerini biliyorlar. Bu nedenle toplumu adaletsiz bir yaşama mahkûm ve mecbur bırakmaya çalışıyorlar. İşte bu yüzden adalete ve adalet arayanlara düşmanlar.
2.Adaletsizlik ile ekonomik sömürü ve yoksulluk arasında sıkı bağlar bulunmaktadır. Kayırmacılığın, yolsuzluğun hâkim anlayış haline geldiği, gelir dağılımı uçurumunun her geçen gün büyüdüğü; halktan toplanan vergilerin iktidar eliyle yandaş sermayeye aktarıldığı, talan ve sömürü çarkı toplumun en ağır yaşadığı adaletsizliklerin başında gelmektedir. Bir yandan iktidar yandaşı olanlara büyük ekonomik ayrıcalıklar bahşedilirken; öte yandan çöpten ekmek toplayan insanların bulunduğu bir insafsızlık düzeni işlemektedir. Bu ülkenin kaynaklarına çöreklenenler, yurttaşa çöp konteynerlerini ve pazaryeri çöplerini reva görmektedir. İşsizlik, yoksunluk, yoksulluk ve hayat pahalılığında yakın tarihin en vahim tablosu yaşanmaktadır.
Emekçi alın terinin karşılığını alamazken, evine ekmek götüremeyen, hayatını insanca idame ettiremeyenlerden oluşan işsizler ordusu her geçen gün büyümektedir. Asgari ücretle milyonlarca insan karın tokluğuna çalışmaya mahkum edilmektedir. Kendileri şatafat içinde yüzerken, bu ülkeyi insanların aç yattığı, sabaha umutsuzca uyandığı, borç batağında süründürüldüğü, çaresizlikten yaşamına son verdiği, bir sefalet coğrafyasına çevirdiler.
EYT’lilerin emeklilik haklarından faydalanmaları engellenmekte; Anayasa ve uluslararası sözleşmeler çiğnenerek çıkarılan KHK’larla yüzbinlerce insan hukuksuz ve haksız bir biçimde işinden, aşından ve geleceğinden mahrum bırakılmakta, adeta sosyal ölüme terk edilmektedir.
COVID 19 salgını da toplumsal adaletsizliği iyice büyütmektedir. Emekliler ev hapsine mahkum edilirken, milyonlarca işçi işinden olurken, yüzbinlerce esnaf iflas ederken, işlerini koruyabilenler evden, uzaktan, kuralsız ve insanlık dışı ücretlerle çalışmaya zorlanırken, kamu kaynakları Saray’ın gözdesi beş sermaye grubuna akmaktadır.
3.AKP-MHP iktidarı keyfi ve adaletsiz rejimini sürdürebilmek için siyasal alanı tamamen lağvetmek hevesindedir. Bunun en tipik örneği kayyım rejimidir. Siyasi hırsızlık ve soygun düzeni olan kayyım rejimi, bu iktidarın seçimsiz, halksız ve haksız bir darbe düzenine geçiş özleminin aynasıdır.
Bu düzende demokratik hak ve özgürlükler kullanılamadığı gibi katılım adaletinin işlemesi de engellenmekte, demokrasinin en temel ilkeleri bile askıya alınmaktadır. Kuvvetler ayrılığı, denge denetim mekanizmaları yok edilerek tek adama dayalı olağanüstü hal rejimi kalıcı hale getirilmeye çalışılmaktadır. Demokratik siyasetin temel özellikleri olan müzakere, diyalog ve mutabakat arayışını ortadan kaldıran AKP-MHP iktidarı, bütün alanları şiddet mekanizmalarıyla yönetmeyi tercih etmektedir. Kamu yönetiminde şeffaflık ve denetimi ortadan kaldıran bu iktidar tam bir haramiler düzenine geçmekte, mütemadiyen adaletsizlik üretmektedir.