Emrah Lafçı, enflasyon raporunu değerlendirdi
Dünya gazetesi yazarı Emrah Lafçı, enflasyon raporuna yönelik değerlendirmelerinde “Sıkılaştırıcı politikanın olumsuz gecikmeli etkilerinin olabileceği¬ni ve bunların henüz görülmemiş olabile¬ceğini akıldan çıkarmamak lazım” dedi.
Dünya gazetesi yazarı Emrah Lafçı, “Çarşambadan belli olan Perşembe geldi çattı” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Lafçı yazısında enflasyon raporuna yönelik değerlendirmelerine yer verdi. “Uzunca bir süredir 2024’ün ikinci yarı¬sının hem şirketler için hem de han¬e halkı için zor geçeceğini yazıp çiziyoruz” diyen Lafçı, “İşte şimdi o ikinci yarı geldi ve zorluklar başladı” ifadelerini kullandı.
Türkiye tarihinin en büyük parasal sıkılaştırmalarından birinin yaşandığına dikkat çeken Lafçı, “Her alanda öncelik tüketimin ve itha¬latın kısılması, devamında da enflasyonun düşürülmesiyken bu politikadan toplumun farklı kesimlerinin zarar görmeden çıkma¬sını beklemek çok iyimserlik olurdu. Hele ki yine Türkiye tarihinin en gevşek poli¬tikalarından birinden çıkmışken yeni du¬ruma hemen adaptasyon beklemek de pek gerçekçi görünmüyor” ifadelerine yer verdi.
Lafçı şunları kaydetti:
“Buradaki tek olum¬lu faktör, önceki gevşek politika dönemin¬de tasarruflarını artırabilen hane halkı (ar-tırabildiyse), sermayesini güçlendirebilen şirketler(güçlendirebildiyse) bu dönemi biraz daha az hasarla geçiriyorlar/geçire¬cekler. Perşem¬be’nin gelişi Çarşamba’dan belliydi.
ENFLASYON RAPORUNDAN AL HABERİ
Reel sektör ve hanehalkındaki durumun vehameti yavaş yavaş görünür olduğun¬dan ve muhtemelen yılın devamında şart¬lar daha da ağırlaşacağından Merkez Ban¬kası da son enflasyon raporunda bu risklere özellikle dikkat çekmiş ve geniş yer ayır¬mış.
Raporda içindeki kutulardan “Ekono¬mik aktivite ve kredi riski” başlıklı olanda ekonomik büyüme, kredi büyümesi ilişki¬si ve tahsili gecikmiş alacaklar/karşılıksız çek-protestolu senetler arasındaki ilişki¬ye bakılmış. Ana fikri en başta söyleyeyim; TCMB 2021 sonrası dönemin genişleyici politikalarının hane halkını ve reel sektö¬rü çok ciddi şekilde desteklediğini, bu ke¬simlerin yastıklarının sağlam olduğunu ve 2024 sıkılaşma döneminden çok büyük yaralar almadan çıkacaklarını iddia edi¬yor.
En azından şimdiye kadarki veriler bu¬nu ima ediyor. Fakat bu sonuca varmak ve bu kutuyu yazmak için biraz erken olduğu¬nu düşünüyorum. Sıkılaştırıcı politikanın olumsuz gecikmeli etkilerinin olabileceği¬ni ve bunların henüz görülmemiş olabile¬ceğini akıldan çıkarmamak lazım. Nitekim bu hafta açıklanan istihdam rakamlarında da bu olumsuz gidişatın başladığını gördük.
ZORUNLU-İHTİYARİ TÜKETİM AYRIMI
Yukarıdaki hikayeyi destekleyen bir baş¬ka çalışmaya da “Parasal Sıkılaşma ve Kart Harcamalarının Gelişimi” adlı kutuda yer verilmiş. Bildiğiniz gibi faizleri artırma¬nın, sıkılaştırmayı bu derece yüksek yap-manın en büyük sebebi iç talebi dizginle¬mekti.
İç talep dizginlenecek ki fiyatlar üs¬tündeki talepten kaynaklanan baskı azalsın. Diğer taraftan da ithalat düşsün ve cari açı¬ğımız yönetilir seviyeye gelsin/rezervleri¬miz güçlensin. İç talebin düşüp düşmediğini gösteren en önemli unsurlardan biri de kre¬di kartı harcamaları. Ülkemizde maalesef önce harcama sonra ödeme alışkanlığı yer etmiş durumda.
Gelişmiş ülkelerde önce ka¬zanma, sonra harcama eğilimi daha yüksek. Bizde kredi kartı yoğun kullanılırken, Av¬rupa’da debit kartlar daha ön planda. Konu¬muza geri dönelim. Faizler arttığında, kredi kartlarının limitleri dolduğunda, hanehalkı kredi kullanamaz olduğunda ilk vazgeçece¬ği tüketim malları ihtiyari olanlardır. Yani olmasa da olur ya da keyfe keder dediğimiz mallar.
Temel ihtiyaç malzemelerinin talebi durum çok kötü olmadıkça ya düşmez ya da çok az düşer. TCMB de kredi kartı harcama¬larına bu gözle bakmış. Gıda, sağlık, yakıt, yemek gibi harcamaları zorunlu; elektronik, araba kiralama, kuyumculuk gibi harcama¬ları ihtiyari olarak sınıflandırmış. Son sıkı¬laşma döngüsünde hem zorunlu hem de ih¬tiyari harcamalarda istenen soğumanın çok gecikmeli olarak gerçekleştiği ortaya çıkmış durumda.
Ancak 2024 Mart’ta ihtiyari har¬camaların gerilediği, zorunlu harcamaların da yataya geçtiğini görüyoruz. Bu bulgu enf¬lasyonla mücadele ve politikaların işe yara¬ması açısından olumlu olsa da, hane halkı ve reel sektör için çok iyi şeyler göstermiyor. Belki bu yazının konusu değil ama bahsettiğim ayrışma ve sonuçların etkisini halka açık şirketlerin hisse senedi performansla¬rında da görüyoruz. Bundan sonra asıl soru; “Bu sıkılık düzeyi ne kadar devam edecek? Olacak”