Bakan Fidan "Azerbaycan’la nihai barış imzalanırsa Ermenistan’la normalleşmeye hazırız"
Hakan Fidan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Ermenistan’la normalleşme için şartlarını, AB vize kısıtlamaları ve vize serbestisi beklentisini, Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı ile vize şirketi modelini ve NATO Zirvesi bütçesi tartışmalarını ayrınt
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Dışişleri Bakanlığının 2026 yılı bütçesi görüşülürken, Ermenistan’la normalleşme, Azerbaycan-Ermenistan barış süreci, AB vize kısıtlamaları, Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı ve vize şirketine ilişkin dikkat çeken açıklamalar yaptı. Türkiye’nin uzun süredir ilan edilmiş bir politikası olduğunu hatırlatan Fidan, “Azerbaycan’la Ermenistan nihai barış anlaşmasına imza attıkları zaman biz Ermenistan’la normalleşmeye hazırız.” diyerek, Ankara’nın Ermenistan’la normalleşme sürecini doğrudan Azerbaycan’la barış anlaşmasına bağladığını vurguladı.
Komisyondaki görüşmelerde farklı siyasi partilerden gelen eleştiri ve soruları yanıtlayan Fidan, demokrasinin doğası gereği çeşitli fikirlerin bulunmasının normal olduğunu belirterek, herkesin farklı düşündüğü noktalar olsa da ortak paydanın Türkiye’nin iyiliği ve daha iyi bir noktaya taşınması olduğunun altını çizdi.
Fidan, milletvekillerinin Dışişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü bütçesine ilişkin eleştirilerine ayrıntılı bir yanıt verdi. Özel Kalem tertibinde görülen yüksek ödeneklerin, gerçekte yapılacak NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi ile Antalya Diplomasi Forumu için planlanmış harcamalar olduğunu anlattı. Bu kalemlerin yanlış bir izlenim vermesini istemediğini belirten Fidan, bu ödeneklerin Protokol Genel Müdürlüğü bütçesine aktarılması için arkadaşlarına talimat verdiğini söyleyerek, “Parayla zaten bir işimiz yok.” ifadesini yineledi.
Komisyonda verilen önergeyle, 2026 yılında Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilecek NATO Zirvesi için ayrılan ödenek ve Antalya Diplomasi Forumu kapsamındaki harcamalar, Protokol ve Diplomatik İşlemler Genel Müdürlüğü bünyesindeki ilgili tertibe aktarıldı. Önerge, AK Parti milletvekillerinin imzasıyla oy çokluğuyla kabul edilirken, devam eden görüşmelerin sonunda Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Birliği Başkanlığı ve Türk Akreditasyon Kurumu’nun (TÜRKAK) 2026 yılı bütçeleri de komisyonda onaylandı.
Komisyonda Dışişleri Bakanlığı kadrolarına ilişkin eleştiriler üzerine söz alan Hakan Fidan, bakanlıkta liyakat tartışmasına yol açacak bir tablo olmadığını savundu. Diplomasiden sorumlu hemen tüm genel müdürler ve genel müdür yardımcılarının kariyer memurları arasından seçildiğini belirten Fidan, genel müdür düzeyine gelmiş olup da sırası geldiği halde büyükelçi yapılmayan kimse bulunmadığını vurguladı.
Fidan, dışarıdan büyükelçi atamalarının ise demokrasilerde her zaman mümkün olan, siyasi tasarrufa dayalı bir tercih olduğunu, bunun ayrıca tartışılabileceğini söyledi. Ancak bu atamaların Bakanlık içindeki kariyer diplomatların önünü tıkamadığını, tam tersine kariyer çizgisini tamamlayanların hak ettikleri görevlere getirildiğini vurguladı.
Bakanlıkta daimi olması gereken ve yüksek uzmanlık gerektiren teknik birimlere dışarıdan atama yapıldığını aktaran Fidan, bunun tamamen ihtiyaç temelli olduğunu ifade ederek, “Bu benim bu vatana borcum. Bu Bakanlıkta sırf makam vermek için birisine bir şey verilmez. Bir bilgi işlemci gerekiyorsa bilgi işlemci atanır, diplomat yapılmaz; bu işin raconu budur.” sözleriyle yaklaşımını özetledi.
Milletvekillerinin, Bakanlık bünyesinde kadın çalışan ve kadın yönetici sayısına ilişkin soruları üzerine Fidan, mevcut sistemde en fazla kadın yönetici ve kadın personel oranına sahip kurumlardan birinin Dışişleri Bakanlığı olduğunu dile getirdi.
Fidan, bakanlık tarihinde ilk kez en üst unvanlardan birine kariyerden gelen bir kadın meslektaşın atanmasının, kendi döneminde gerçekleştiğini hatırlatarak, Dışişleri Bakan Yardımcısı Ayşe Berris Ekinci’nin bu göreve kariyer yolu üzerinden getirildiğini ve daha önce bu unvana ulaşmış bir kadın meslektaş bulunmadığını vurguladı.
Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı konusunda yöneltilen sorulara yanıt veren Fidan, vakfın TBMM’de kabul edilen yasayla kurulduğunu, ancak Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin bu yasayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıdığını hatırlattı. CHP’nin, vakıfla ilgili neredeyse tüm maddelerin iptali için başvuruda bulunduğunu belirten Fidan, bu süreçte yüksek mahkeme heyetinin karşısına bizzat çıkarak, yaklaşık iki buçuk saat boyunca maddelerin neden gerekli olduğunu, Türkiye’nin bu vakfa neden ihtiyaç duyduğunu ve kendi bakış açılarını ayrıntılı biçimde anlattığını söyledi.
Fidan, Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmesinin sürdüğünü, mahkemenin uygun gördüğü zamanda karar vereceğini ifade etti. Buna karşın vakfın, kuruluşunun hemen ardından faaliyetlerine başladığını ve daha sonra bir şirket kurduğunu belirtti.
Bu şirketin özellikle vize işlemleri alanında faaliyet yürütmek üzere kurgulandığını anlatan Fidan, daha önce Meclis’ten geçen bir kanunla vize hizmetlerinin belli özel şirketlere devredildiğini, bu şirketlerin gelirlerinin bir kısmını Maliye’ye, bir kısmını ise kendilerine ayırdığını hatırlattı. Yeni modelle, vize gelirlerinin bir bölümünün Dışişleri teşkilatını desteklemek amacıyla vakıf üzerinden değerlendirilmesinin hedeflendiğini, bu nedenle vakfın kurduğu vize şirketinin diğer şirketlerle görüşmelerini sürdürdüğünü ifade etti.
Fidan, bazı vize şirketlerinin 2026 sonrasına kadar devam eden sözleşmeleri bulunduğunu, Dışişleri Vakfı’nın şirketinin ise henüz kuruluş aşamasını yeni tamamladığını belirterek, bu sürecin bir geçiş dönemi olduğunu söyledi.
Dışişleri Bakanı, vakıf üzerinden yalnızca gelir elde etmeyi değil, vize sürecine disiplin ve kontrol getirmeyi de amaçladıklarını vurguladı. Türkiye’ye her yıl 60 milyondan fazla kişinin geldiğini, bu kitlenin önemli bir bölümünün vize rejimi kapsamında ülkeye giriş yaptığını belirten Fidan, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile zaman zaman vize rejiminde muafiyet ve kolaylık konularında istişareler yürüttüklerini, ancak vize verirken karşı ülkelerin Türkiye’ye bakış açılarını da dikkate almak zorunda olduklarını ifade etti.
Fidan, vize hizmetleri ve konsolosluk işlemleri arasında daha net bir uzmanlık ayrımı sağlamak amacıyla iki yıl önce çıkarılan 1 No’lu karar ile teşkilat yapısında değişikliğe gidildiğini hatırlattı. Buna göre, konsolosluk hizmetlerini yürüten ayrı bir genel müdürlük ile vize işlemlerini yürüten ayrı bir genel müdürlük kurulduğunu, böylece yabancılara ve Türk vatandaşlarına verilen hizmetlerin hem odak hem de uzmanlık bakımından ayrıldığını anlattı.
Bu kapsamda tüm başkonsolosların katıldığı kapsamlı bir Başkonsoloslar Konferansı ve ayrıntılı bir çalıştay düzenlendiğini belirten Fidan, sahadaki tüm sorun başlıklarının masaya yatırıldığını söyledi.
“Bir Tane Kapı Var Problemimizin Olduğu Avrupa Birliği Kapısı”
Hakan Fidan, yürütülen çalışmalar sonucunda vize konusunda temel sorunun Avrupa Birliği (AB) kapısında yoğunlaştığını ifade etti. AB üyesi 27 ülkenin tamamında ortak veri tabanı, ortak kriterler, ortak kontrol mekanizmaları ve kotalar üzerinden vize verildiğini hatırlatarak, bu ülkelerin çoğunun tek tek inisiyatif kullanmadığını, kararların büyük ölçüde ortak bir çerçevede alındığını söyledi.
Bu tablo çerçevesinde Türkiye’de kimi çevrelerde dile getirilen “Her ülkeye gittik, pasaportumuz itibarsızlaştı, yüzümüze kapılar kapanıyor.” söylemini abartılı bulduğunu belirten Fidan, sorunun esasen AB’nin uyguladığı vize sınırlamalarından kaynaklandığını vurguladı.
Fidan, AB’nin vize kısıtlamalarını kendi iç siyasetinde giderek güç kazanan aşırı sağın yükselişi ve göç meselesi ile ilişkilendirdi. Avrupa’da aşırı sağ partilerin yükselişinin önemli nedenlerinden birinin, özellikle Müslüman göçmen hareketleri ve bazı Müslüman ülkelerden gelen yoğun göç dalgaları olarak görüldüğünü anlattı.
“Modern” sayılagelen Avrupa toplumlarının açıkça “Müslüman istemiyorum” diyemediklerini söyleyen Fidan, bu nedenle adı konmamış, örtülü uygulamalar üzerinden kısıtlayıcı politikalara başvurulduğuna dikkat çekti. Türkiye’nin, sahadaki uygulamalar üzerinden bu örtülü politikaları tespit edip, muhataplarıyla temasa geçerek süreci diplomatik kanallar üzerinden yönetmeye çalıştığını kaydetti.
Fidan, Türkiye ile Avrupa ülkeleri arasındaki yoğun işbirliği, sosyal temaslar, öğrenci hareketliliği ve iş insanlarının karşılıklı trafiği düşünüldüğünde, bu ilişkileri sağlıklı bir zemine oturtmanın tek yolunun vize serbestisi olduğunu söyledi. Avrupa’nın da bu gerçeğin farkında olduğunu, ancak kimlik siyaseti nedeniyle Türkiye ile ilişkilerde bazı başlıkları askıya aldığını dile getirdi.
Hem Suriye’de yaşanan gelişmeler hem de Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ortaya koyduğu diplomatik duruşun, Avrupa’nın Türkiye’ye karşı belirli tavırlar takınmasına yol açtığını anlatan Fidan, Avrupa Birliği üyelik sürecinde esas meselenin, üyelik perspektifine ilişkin siyasi iradenin 2007’den itibaren fiilen dondurulması olduğunu vurguladı.
Fidan, AB’nin Müslüman bir ülkeyi kendi içine almama yönünde bir irade ortaya koyduğunu, bu noktada Fransa’nın daha net bir tutum sergilediğini, Almanya’nın ise sessiz kaldığını ifade etti. Türkiye’nin elbette bazı hataları olabileceğini, bunların düzeltilebilir nitelikte olduğunu belirten Fidan, buna rağmen AB’nin siyasi irade eksikliğinin Türkiye-AB ilişkilerindeki temel “anomaliyi” ortadan kaldırmadığını söyledi.
AB’den beklenenin, “Türkiye, gerekli şartları karşıladığı takdirde, biz de kendisini bünyemize almaya hazırız; yalnızca ulus üstü değil, medeniyetler üstü bir yapı kurmaya talibiz. Farklı medeniyetlerin aynı ilke ve uygulamalar etrafında bir arada durabileceği bir vizyonu benimsiyoruz.” yönünde açık bir irade beyanı olduğuna işaret eden Fidan, böyle bir irade ortaya konması halinde Türkiye’nin de yoluna buna göre devam edeceğini ifade etti.
“Bu Davayı İlk Siyasallaştıran Siz Oldunuz”
Komisyonda bazı milletvekillerinin Gezi Parkı davası hükümlüsü Osman Kavala ve buna ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ile Avrupa Konseyi kararlarını gündeme getirmesi üzerine Fidan, bu dosyanın uluslararası alanda ilk siyasallaştırılmasının Avrupa tarafı tarafından yapıldığını savundu.
Fidan, daha önce de ifade ettiği üzere, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne açıkça “Bu davayı mahkeme salonlarından alıp, parlamento koridorlarına taşıyan siz oldunuz, biz değiliz.” dediğini aktardı. Bu sözleriyle, davanın siyasi zemine çekilmesinin Türkiye’den değil, Avrupa kurumlarından kaynaklandığını vurguladı.
“Ermenistan’la Normalleşmeye Hazırız”
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi konusundaki sorulara yanıt veren Hakan Fidan, bu alanda Türkiye’nin politikasının uzun süredir açık ve değişmeyen bir çizgi izlediğini hatırlattı. Buna göre, “Azerbaycan’la Ermenistan nihai barış anlaşmasına imza attıkları zaman biz Ermenistan’la normalleşmeye hazırız.” ifadesiyle özetlenen politika çerçevesinde Ankara, Ermenistan’la sınırların açılması ve ekonomik ilişkilerin canlanmasını doğrudan Azerbaycan-Ermenistan barış anlaşmasının imzalanmasına bağlıyor.
Fidan, Ermenistan’ın bölgede barışa bu kadar istekli olmasının en önemli sebeplerinden birinin de Türkiye’den normalleşmeye dönük irade beyanı görmesi olduğunu söyledi. Ancak Türkiye açısından bakıldığında, Güney Kafkasya’da “donmuş bir çatışma” ya da donmuş bir savaş durumu istenmediğini vurguladı. Eğer Türkiye, mevcut durumda ilişkileri hızla normalleştirirse, Ermenistan’ın Azerbaycan’la barış anlaşmasını imzalama motivasyonunun önemli ölçüde zayıflayacağına işaret etti.
Bu nedenle Ankara, bölgede kalıcı barış için Azerbaycan-Ermenistan nihai anlaşmasının imzalanmasını, ardından da Türkiye-Ermenistan normalleşme adımlarının gelmesini tercih ediyor.
Fidan, iki ülkenin Washington’da bir anlaşma metnini parafe ettiğini, ancak bu metinde henüz çözülememiş iki önemli başlık bulunduğunu kaydetti. Buna göre, masadaki en kritik konulardan biri Zengezur Koridoru, diğeri ise Ermenistan Anayasası ile ilgili bazı hükümler.
Bu iki başlıkta ilerleme sağlanması ve Azerbaycan’ın nihai anlaşmayı imzalaması halinde, Türkiye’nin de Ermenistan’la sınır kapılarını açacağını ve normalleşme sürecinde somut adımlar atacağını ifade eden Fidan, Ankara’nın bu konuda pozisyonunu daha önce de deklare ettiğini hatırlattı.
Fidan, Zengezur Koridoru meselesinde arazinin Ermenistan sınırları içinde olduğunu, bu hattı talep eden tarafın Azerbaycan olduğunu anlattı. Birleştirilmek istenen toprakların, Nahçıvan’la Azerbaycan’ın geri kalanını kapsadığını belirterek, Türkiye’nin bu tabloda tarafların kolaylaştırıcısı konumunda bulunduğunu söyledi.
Türkiye’nin, Avrupa’dan gelen transit rotanın en büyük kara parçası olması nedeniyle, bu koridora kendisi açısından da ihtiyaç duyduğunu ifade eden Fidan, buna karşın Zengezur Koridoru’nun bulunmamasının Türkiye’yi ticari olarak tamamen kilitlemediğini hatırlattı. Türkiye’nin hâlihazırda Gürcistan ve İran üzerinden Orta Asya, Kafkasya ve Rusya ile kara yolu ticareti yürüttüğünü, ayrıca Karadeniz ve diğer hatlar üzerinden deniz yolu taşımacılığını da kullandığını aktardı.
Bu nedenle Zengezur’un, öncelikle Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki görüşmelerin temel başlıklarından biri olduğunu, Türkiye’nin ise bu süreçte kolaylaştırıcı ve bölgesel ticaretin ana omurgalarından biri olarak yer aldığını vurguladı.
Komisyonda DEM Parti milletvekillerinin Kıbrıs meselesine ilişkin kapsamlı bir açıklama yapmasını da değerlendiren Fidan, bunun, konunun Türkiye’de nasıl farklı siyasi zeminlere taşındığını göstermesi açısından önemli olduğunu söyledi. DEM Parti’nin ilk kez Suriye dışındaki bir başlıkta bu kadar kapsamlı konuşma yapmasını dikkat çekici bulduğunu belirterek, bunu “güzel bir şey” olarak niteledi ve bu nedenle milletvekillerini ayrıca tebrik ettiğini ifade etti.
Fidan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığının Türkiye açısından tarihsel bir zorunluluk olduğunu vurguladı; bu konudaki genel devlet politikasının ve Kıbrıs Türklerinin güvenlik ve egemenlik haklarının Türkiye için vazgeçilmez olduğunun altını çizdi.
“Parayla Zaten İşimiz Yok”
Hakan Fidan, konuşmasının sonunda bir kez daha Özel Kalem Müdürlüğü bütçesine ilişkin eleştirileri hatırlatarak, burada görülen yüksek rakamların aslında NATO Zirvesi ve Antalya Diplomasi Forumu gibi büyük ölçekli etkinlikler için ayrılmış ödeneklerden kaynaklandığını yineledi. Bu kalemlerin Protokol Genel Müdürlüğü altında daha doğru bir yere taşınacağını belirterek, “Parayla zaten işimiz yok.” sözünü tekrarladı.
