Rıza Türmen: Türkiye'nin enkaz altında kaldığı koşullarda değişime ihtiyacı var

Gazeteci Rıza Türmen, “Türkiye’nin enkaz altında kaldığı koşullarda radikal bir değişime ihtiyacı var” diyerek muhalefet partilerinin geleceğe yönelik tutumlarını şimdiden belirlemeleri gerektiğini söyledi.
Gazeteci ve T24 yazarı Rıza Türmen, ‘Yeni Türkiye’nin Yönü’ başlıklı yazısında seçimlere dikkat çekti.
6 Şubat tarihinde gerçekleşen depremler ile birlikte iktidarın zayıflama hızının arttığını belirten Türmen, seçimin yapılacağı 14 Mayıs tarihine kadar muhalefetin geleceğe yönelik tutumlarını şimdiden belirlemeleri gerektiğini ifade etti.
“Önce iktidara gelelim, ondan sonra düşünürüz” gibi bir yaklaşım çok yanlış olur” diyen Türmen, “İktidara gelince nasıl bir Türkiye düşünün gerçekleştirileceğini şimdi ortaya koymak gerekir. O nedenle seçim kampanyası sırasında bölük pörçük vaatler yerine tutarlı, bütüncül bir projeyi anlatmak, süreçten söz etmek, vaadleri bu projenin çerçevesinde dile getirmek daha etkili olur”
Türmen’in yazısından öne çıkanlar şu şekilde:
ktidara gelmenin anlamı, sadece mevcut iktidarın kurumlarını devralmak, onları daha iyi kişilerle daha etkili biçimde işletmek olmamalı. Amaç, mevcut kurumları değiştirmek yanında yeni kurumlar, yeni güç merkezleri kurmak, devleti ve toplumu yeniden tanımlamak olmalı. Yeninin inşası için mevcut kurumların reformu yanında, halkın öznesi olduğu, mevcut hiyerarşileri kaldıran, devlet örgütünün dışında yeni kurumların kurulmasına gereksinim var. Aşağıdan yukarı yeni bir demokrasi ancak halkın katıldığı ve doğrudan karar verdiği yeni kurumların aracılığı ile inşa edilebilir.
Bunun için egemenlik ve temsil kavramlarını yeniden düşünmemiz gerekir. TBMM başkanlık kürsüsünün arkasında "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" yazar. Anayasa'nın 6. Maddesi de böyle der. Bunun devamı ise Anayasa 6. maddenin ikinci fıkrasındadır. İkinci fıkra, "Türk Milleti egemenliğini … yetkili organları eliyle kullanır." der. Burada biraz duralım. Millet ya da halk egemenliği ile devlet egemenliği aynı şey değil. Halk egemenliği halkın karar mekanizmalarına katılmasını, kendisiyle ilgili kararları kendisinin almasını öngörür. Halkın kendisiyle ilgili kararları alması için temsilcilere ya da anayasanın deyimiyle "yetkili organlara" ihtiyacı yoktur. Seçimlerle halk temsilcilerini seçer ama egemenliğin kullanılması, oy vermekle sınırlı değil. Seçimler egemenliği temsilcilere tümüyle aktarmaz. Halk kendisiyle ilgili kararları alma, karar mekanizmalarına katılma, seçtiği iktidarı eleştirme, protesto etme, hatta direnme hakkını saklı tutar. Halk egemenliğin bütünüyle kullanılmasını seçtiği temsilcilere ya da yetkili organlara devretmiş olsaydı bunların hiçbirini yapamazdı. Halkın sahip olduğu bu haklar devredilemez haklardır. Halk egemenliği, demokratik rejimlerde iktidara meşruluk kazandırdığı gibi, demokrasinin kurallarına uymayıp meşruluğunu yitiren bir iktidara karşı desteğini çekme hakkını da saklı tutar.
Ayrıca, temsili demokrasilerde, halkın iradesinin seçtiği temsilciler aracılığıyla parlamentoya yansıdığı da doğru değildir. Temsilciler seçildikten sonra halktan koparlar, halktan bağımsız hareket ederler. Yönetenlerle yönetilenler arasında her zaman bir mesafe vardır. Bu nedenle halkın sesi, ezilenlerin, yoksulların, azınlıkların sesi parlamentoda pek duyulmaz.
“MEVCUT İKTİDAR SİYASETİN ALANINI DARALTIYOR”
Küreselleşme ve sosyal medyanın siyasette artan etkisi, ulus devletlerin egemenlikleri üzerinde güçlü bir baskı yarattı. Devletlerin egemenlik gücünde meydana gelen zayıflama, halk egemenliğini güçlendirici bir sonuç doğurdu. Günümüzde demokratik, özgürlükçü bir yönetim modeli giderek artan bir biçimde katılımcı ve müzakereci demokrasi temeline oturtulmakta. Bu temelin sağlamlığı sivil toplumun örgütlenmesine olanak tanıyan, siyasetin alanını genişleten, halkın ve sivil toplum örgütlerinin kamusal alanda siyasetin özneleri olmasına olanak veren yeni bir siyaset yapım tarzının oluşmasına bağlı.
Mevcut otoriter iktidar ise bunun tam tersini yapmaya çalışıyor. Siyasetin alanını daraltarak, kamusal alanda sivil toplum örgütlerinin siyaset yapmasını engelleyip muhalif sesleri bastırarak, siyaseti siyasetsizleştirmeye çalışıyor.
Bugünün muhalefeti, bir ay sonrasının iktidarı, halkın karşısına yeni bir egemenlik tasarımını içeren, iktidarını kullanılmasını yeni yöntemlere dayandıran, siyasetin parametrelerini köklü bir biçimde değiştiren katılımcı, müzakereci, çoğulcu bir demokrasiyle ve bunu somut olarak nasıl gerçekleşeceğini gösteren bir projeyle halkın önüne çıkmalı. Bu yapılamadığı sürece seçimin, bundan önceki seçimlerde olduğu gibi, Erdoğan'la ilgili bir referanduma dönüşmesi kaçınılmaz.
Yeni bir Türkiye yolunda atılan adımlar yok değil. 15-21 Mart 2023 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından çok başarılı bir organizasyonla gerçekleştirilen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi'nin büyük başlığı "Geleceğin İnşası". Kongre'nin sonuç bildirgesinde şu paragraf yer alıyor: "Yerel yönetimlerin bütçeleri ve yetkileri arttırılacak, merkezle ilişkileri yeniden tanımlanacak, salt temsili demokrasi yerine, hayatın her alanını kapsayan yerel yönetimler demokrasisi Belediyeler eliyle güçlendirilecektir. Halkın yerelde kendi yaşamıyla ilgili kararlar alması sağlanacaktır."
Sonuç bildirgesindeki bu görüş geleceğin Türkiyesi'nin inşasında katılımcı demokrasinin oynayacağı rolün altını çizmesi bakımından çok önemli.
Öte yandan Yeşil Sol Parti'nin seçim bildirgesinde de aynı yaklaşımın benimsendiğini görüyoruz. Bildirgede şöyle deniliyor: "Parlamenter demokrasinin katılımcı demokrasiyle tamamlanması için halkın karar mekanizmalarına katılımını sağlayacak düzenlemeleri yaşama geçireceğiz.
Kuvvetler ayrılığının yerele doğru genişlediği, yerel yönetimlere yetki ve kaynak devrinin güvence altına alındığı, yerel yönetimler üzerinde merkezi vesayete son verildiği, yerel katılım mekanizmalarının işlediği güçlü bir yerel demokrasiyi inşa etmek için geliyoruz."
Yeşil Sol Parti'nin seçim bildirgesinde kent hakkıyla ilgili de önemli bir söylem var. "Kent hakkı, kentlerde ezilenlerin itiraz çığlığıdır. Kenti değiştirme ve yeniden inşa etme hakkıdır. Kent hakkının anayasal bir hak olarak tanınması için birlikte değiştireceğiz."
Bu görüşler yeni bir Türkiye'nin, yeni bir demokrasinin habercisi. Gerek İzmir İktisat Kongresi'nde, gerek Yeşil Sol Parti'nin seçim bildirgesinde yeni bir Türkiye projesi var. Bu projenin bir toplumsal talebe dönüştürülmesi için çalışmaya, halkla karşılıklı öğrenmeye dayanan bir diyalog kurmaya ihtiyaç var. Her şeyden önce halkı olmasını istediğimiz gibi değil, olduğu gibi görmek gerekir. Devlet egemenliğine değil, halk egemenliğine dayanan bir Türkiye yaratılacaksa, dünyaya halkın bulunduğu yerden, halkın gözüyle bakabilmek önem taşıyor.
Türkiye içinde bulunduğu karanlıktan çıkmaya hazırlanıyor. Ancak karanlıktan çıkmak yeterli değil. Karanlık sonrasındaki aydınlığı şimdiden inşa etmek gerek. Daha özgür, daha eşit, daha adil, refah düzeyi daha yüksek, daha huzurlu, barış içinde bir Türkiye için bir umut, bir heyecan yaratılmasına ihtiyaç var. Bu ancak toplumu ve devleti yeniden yapılandıran, köklü bir değişimi içeren bir "Yeni Türkiye" projesinin halkın önüne konmasıyla gerçekleştirilebilir”