Tolga Şardan’dan Mersin uyarısı : İyi sinyaller vermiyor maalesef
T24 yazarı Tolga Şardan, Mersin’de seçimler öncesi bir gerginliğinin oluştuğunu ifade ederek uyarılarda bulundu.
Türkiye seçimlere gün sayarken Mersin’de seçim çalışmaları sırasında gerginliklerin yaşanıyor.
T24 yazarı Tolga Şardan konuya ilişkin kaleme aldığı yazısında “ HDP ile Hüda-Par arasında gerginleşen ortam, iyi sinyaller vermiyor maalesef.” ifadelerini kullandı.
Şardan yazısında şu görüşlere yer verdi:
Türkiye gelecek hafta sonu sandık başına gidecek. Sonuçların açıklanacağı dakikaya kadar siyaset devam edecek kuşkusuz.
Ancak seçim ortamında siyasetle birlikte yürütülmesi en zor süreçlerden birisi, “seçim güvenliği merkezinde kamu güvenliği” elbette.
Özellikle iktidar kanadının söylemleri oldukça sertleşti. En çok da AKP adaylarının, Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere muhalefete dönük kantarın topuzunu kaçıran değerlendirmeleri, seçim öncesinde ve sırasında korunacak kamu güvenliğinde kimi endişelere neden oluyor, ister istemez.
Siyaset rüzgarının hızlı esmesi ve tamamen gündemi ele geçirmesi, seçim sath-ı mailinde bazı yaşananların gözden kaçırılmasına sebep oluyor. Bu yaşananlar her ne kadar yerelde kalsa da seçim süreci için “dikkat çekici” işaretler veriyor.
Mersin’e dikkat
Mersin’de son bir hafta içinde yaşananlar bu anlamda fazlasıyla önemsenmesi gereken konular.
Güney’in incisi olarak tanımlanan Mersin, bilindiği üzere en az İstanbul kadar kozmopolit bir kent. Bu coğrafyada nefes alan her etnik kimlikten, her mezhepten, her siyasi görüşten insanların yaşadığı kentte milletvekili adaylarının açıklanmasıyla birlikte seçim güvenliğinin tehlikede olabileceğini gösteren olaylar yaşanıyor son bir haftadır.
Yaşananlar için provokasyon tanımı yanlış olmaz.
Özellikle AKP’nin milletvekili aday listesinin dördüncü sırasındaki isim Faruk Dinç’in Hüda-Par kontenjanından girmesi, radikal İslamcı siyasi partinin Mersin’de etkinliğini artırmasına neden oldu.
AKP adayı Dinç’in aynı zamanda Hüda-Par’ın Diyarbakır İl Başkanı olduğu ve Türk Hizbullahı davasından yargılanıp hapis yattığı biliniyor.
Ayrıca, HDP ile Hüda-Par’ın tabanını oluşturan kitleler arasında 1990’lı yıllarda Batman’da başlayıp zamanla Güneydoğu’ya yayılan ve ölümlerin yaşandığı siyasi çatışmanın devam ettiği gerçeği mevcut.
Durum böyleyken, partinin önemli isminin AKP listesinde yer bulmasıyla beraber Mersin’deki seçim çalışmaları çerçevesinde HDP ile Hüda-Par arasında gerginleşen ortam, iyi sinyaller vermiyor maalesef.
Şöyle ki, Hüda-Par’lılar iki hafta önce Adnan Menderes Caddesi’nde üstü açık araçlarla konvoy yaptılar. Adnan Menderes Caddesi, kentin en kalabalık ve hareketli bölgesi. İzmir’in Kordon’u benzetmesi yanlış olmaz. Kentin eğlence merkezleri ve içkili restoranlarının bulunduğu caddedeki konvoy sırasında Hüda - Par’lılar, parti bayraklarını sallayarak tekbir getirerek dolaştı.
Radikal dinci partinin “kente geldik” mesajını vermesinin ardından bu kez Tarsus’ta Hüda-Par kontenjanının AKP listesinde yer bulan Dinç’in seçim ofisine yönelik patlayıcı madde atıldı. Dinç ve ekibi bu saldırıdan da HDP’yi sorumlu tuttu.
Peşinden, kısa süre önce Akdeniz ilçesi Bekirde Yolu üzerinde Hüda-Par standı açılışı sırasında arbede yaşandı. Hüda-Par tarafı, HDP’yi suçladı. Arbedede silah kullanılması ve silahı kullanan kişinin HDP yandaşı olması gerginliği tırmandırdı.
HDP’nin muhalefette, Hüda Par’ın ise iktidardaki AKP’nin yanında yer bulması ve seçim çalışmaları çerçevesinde peş peşe olaylar yaşanması, kentin provokasyonlara açık olduğu izlenimini veriyor, ne yazık ki.
Hizbullah için Mersin’in önemi
Bu noktada geriye giderek bazı özel bilgileri aktarmak faydalı olacak.
Hüda - Par’ın siyasi çizgisini devam ettirdiği belirtilen Türk Hizbullahı, 1990’lı yılların sonunda bir dizi cinayetlere karıştı. Yasa dışı radikal İslami terör örgütünün en bilinen eylemi, kendisine muhalif olan isimleri kaçırıp işkence yaptıktan sonra “domuz bağı” adı verilen yöntemle canlı canlı bağlayıp saatler içinde çırpına çırpına ölmelerini sağlamasıydı.
Domuz bağı yapılanların kimileri canlı canlı gömülüp üzerine toprak atılırken, kimileri de öldükten sonra domuz bağlı şekilde gömüldü.
İşte Türk Hizbullahı’nın öldürdüğü isimlerden birisi de kadın hakları savunucusu İslamci Konca Kuriş’ti.
Türk Hizbullahı’na yönelik operasyonlar sırasında Konya’daki bir mezar evdeki çukurun açılmasıyla cesedi bulunan beş çocuk annesi Konca Kuriş, aslen Mersinliydi. Trabzon’dan kente göç etmiş Kuriş ailesine gelin oldu.
Ve yıllarca Mersin’de yaşam sürdü. Örgüt tarafından Mersin’deki evinden bir gece vakti kaçırıldı.Kaybolmasının üzerinden 555 gün sonra Meram’daki örgüt evinde cesedi bulundu.
Türk Hizbullahı’nın önemli isimlerinden, örgütün askeri kanat sorumlusu Hacı İnan da Adıyamanlı olmasına karşın hayatının büyük bölümünü Tarsus’ta geçirdi. Örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun “akıl hocası” olarak bilindi. Eylül 1996’ya kadar Cengiz Topel İlköğretim Okulu’nda din dersi öğretmeniydi.
İnan’ın talimatıyla örgüt, Tarsus’ta iki öğretmeni öldürdü. Aynı zamanda Tarsus, örgütün Güneydoğu’dan sonra en kanlı eylemlerini gerçekleştirildiği yerdi. Örgütün Güneydoğu dışındaki önemli hücre evleri Mersin’de ortaya çıkarıldı. En çok mezar ev yine Mersin’deydi.
Mersin, diğer siyasi yapılar kadar Türk Hizbullahı için de önemli. Ciddi bir taban var.
Bugüne geldiğimizde, geçmişte Türk Hizbullahı çatısı altıda örgütsel faaliyet yürüten bir isim, örgütle siyasi bağı olduğu ifade edilen Hüda - Par kontenjanı üzerinden İslamcı parti AKP’den milletvekili adayı oldu. Diğer değişle AKP, böylesi bir yapının oylarına talip oldu.
2018’deki son seçimlerde AKP’nin Mersin’den 4 milletvekilini TBMM’ye taşıdığı dikkate alınırsa Hüda - Par’lı Dinç, büyük ihtimalle TBMM üyesi olacak.
Sonuçta Mersin’deki AKP’lilerin önündeki tabloya bakıldığında; bir yanda radikal İslamcı teröre kurban verdikleri hemşehrileri Konca Kuriş, diğer yanda Kuriş’i domuz bağıyla öldüren terör örgütünün siyasi uzantısı olduğu belirtilen partinin adayı var.
Mersinli AKP’liler için ilginç bir tercih olacak bu seçim.
Suriye’deki IŞİD operasyonu
Milli İstihbarat Başkanlığı (MİT), geçen hafta sonu bir başka radikal İslamcı terör örgütü IŞİD’in mevcut lideri Ebu Hüseyin el Kureyşi’ye yönelik operasyon gerçekleştirdi. Açıklandığı kadarıyla, MİT’in sınır ötesindeki Afrin yakınlarındaki operasyon sırasında yakalanacağını anlayan El Kureyşi, üzerindeki
bomba yüklü yeleği patlatarak intihar etti.
Aslına bakarsanız MİT, uzunca bir süredir sınır ötesinde önemli operasyonlar yapıyor. IŞİD’in yanı sıra PKK ve FETÖ’ye yönelik operasyonlarla ülke içindeki kamu güvenliğinin sağlanması açısından ciddi sonuçlar alınıyor.
Hatta Büyüteç’i dün yazarken; MİT, Gara’ya yaptığı operasyonda PKK’nın eğitim sorumlusu Cudi Engizek kod adlı Ahmet Gümüş’ü etkisiz hale getirdi.
Ancak IŞİD lideri Ebu Hüseyin el Kureyşi’ye yönelik operasyon, seçim döneminde kamu güvenliği kapsamında bir endişeyi beraberinde getirdi.
Uzun yıllardır meslek gereği yakından takip ettiğim böylesi süreçlerde, terör örgütleri, gerek lider ya da lider kadrosundaki kayıplara karşı genellikle reaksiyon gösterirler.
Kaldı ki, IŞİD’in önceleri Türkiye’deki yabancı misyonları, son dönemde ise, doğrudan Türkiye’yi hedefe koyduğunu unutmamak gerekir.
Ayrıca, örgütün Türkiye sınırları içinde halen ne kadar kadrosu var? Nerelerde “uyuyan hücreleri” mevcut? Bu hücreler nasıl bir reaksiyon gösterecek? Bu soruların yanıtları umarım ilgililerince biliniyordur.
IŞİD’in liderine yönelik böylesi bir operasyonun gerçekleştirilmesinin karar vericileri, ülkenin içinde bulunduğu kritik dönemi de hesap etmiştir umarım.
Operasyonla ilgili gelen bilgilerde, MİT’in uzun süredir hedefini takip ettiği ve El Kureyşi’nin yer değiştirme olasılığının anlaşılmasıyla düğmeye basıldığı ifade ediliyor. Daha detaylı bilgi olmayınca, operasyon ihtiyacının zamanlamasının gerekliliği konusunu bilmek mümkün değil elbette.
Bu noktada, IŞİD liderine yönelik operasyon yapılmasına “kamu güvenliği” çerçevesinde bir itiraz olmadığının altını çizeyim.
Aslolan sakin ve olgunlukla sandığa gidilmesi, yurttaşımızın en küçük bir zarar görmeden yine aynı sakinlik ve olgunlukla sonuçların ortaya çıkarılmasının sağlanmasıdır.
Türkiye’ye yakışan budur.