Erdoğan-Netanyahu görüşmesinin şifreleri / Al Ain Türkçe Özel
New York’ta gerçekleşen Erdoğan-Netanyahu görüşmesi oldukça kritikti. Uluslararası İlişkiler Uzmanı Anıl Çağlar Erkan, görüşmeyi Al Ain Türkçe’ye değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM 78. Genel Kurulu için New York'ta önceki gün İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile görüştü. Türkevi'nde gerçekleşen görüşmede siyasi, ekonomik ilişkiler, İsrail-Filistin ihtilafı ve İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşme gibi uluslararası konular ele alındı. Her iki lider enerji, teknoloji ve diğer alanlarda iş birliği yapabileceklerini belirtti. Her iki ülke dün de konuya ilişkin sosyal medyada görüşmeye ilişkin detayları paylaştı. Konuyu Uluslararası İlişkiler Uzmanı Anıl Çağlar Erkan’la konuştuk.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun BM Genel Kurulu vesilesiyle gerçekleştirdiği ilk yüz yüze görüşme, Türkiye ve İsrail arasındaki diplomatik ve politik yakınlaşma açısından bir dönüm noktası olabilir mi? Bu görüşme, iki ülke arasında karşılıklı resmi ziyaretlerin düzenlenmesi gibi daha kapsamlı ilişkilerin önünü açabilir mi?
Türkiye komşu coğrafyalarda bir istikrar, güvenlik ve refah kuşağının yaratılmasını ve başta komşuları olmak üzere, bölgede yer alan tüm ülkelerle ilişki ve işbirliğinin geliştirilmesini hedefleyen bir politika izlemektedir. Bu anlayış çerçevesinde Türkiye, İsrail’le de karşılıklı çıkarlar temelinde ikili ilişkiler tesis etmiştir. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin geçmişi uzun yıllara dayanmaktadır. Bu zaman zarfında, ilişkilerde zaman zaman yaşanan sorunlara rağmen, İsrail’le diplomatik ilişkilerimiz hiçbir zaman kesilmemiştir. İki ülke arasında ülkemizin İsrail’i tanıdığı 28 Mart 1949 tarihini takiben, Türkiye’nin İsrail nezdindeki ilk diplomatik temsilciliği 7 Ocak 1950’de resmen açılmıştır.
“Mavi Marmara” olayı sonrasında, İsrail’in iki ülke ilişkilerinin yeniden normalleşmesi için Türkiye’nin talep ettiği koşulların karşılanması yönünde attığı adımlar sonucunda, 26 Haziran 2016 tarihinde ikili ilişkilerin tekrar normale döndürülmesine yönelik mutabakata varılmıştır. Mutabakat neticesinde mutat işleyişine geri dönmüş olan Ankara ile Tel Aviv arasındaki ikili ilişkiler, İsrail’in Mart 2018'deki gösterilere katılan Filistinli sivillere yönelik orantısız güç kullanımı neticesinde yeniden hassas bir döneme girmiş, Mayıs 2018’den Aralık 2022’ye kadar Türkiye tekrar Maslahatgüzar seviyesinde temsil edilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Isaac Herzog arasında, Başkan Herzog’un göreve gelmesiyle başlayan olumlu temaslarla birlikte, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine yönelik diyaloğun devamı konusunda mutabakata varılmış; takip eden süreçte, İsrail’le Türkiye arasında tarafların karşılıklı iradeleriyle tam normalleşmeye gidilerek, 17 Ağustos 2022 tarihinde karşılıklı Büyükelçi atanması kararı alınmıştır.
Bununla birlikte Cumhurbaşkanı sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, New York’taki Türkevi’nde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu kabul etmesiyle taraflar arasındaki ilişkilerde yeni bir döneme geçilmesi gibi bir olasılık gündeme gelmiştir. Taraflar arasında gerçekleştirilen bu görüşmede uluslararası ve bölgesel meseleler, iki ülke arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkiler ile İsrail’in Filistin halkıyla yaşadığı ihtilafla ilgili son gelişmelerin ele alındığı bilinmektedir. Fakat Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ın yapmış olduğu açıklamalar, görüşmenin odağındaki asıl meselenin enerji olduğunu bizlere göstermiştir. Zira Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan kabulde, Türkiye’nin İsrail ile enerji, teknoloji, inovasyon, yapay zeka ve siber güvenlik alanlarında ortak çalışmalar yapabileceğini ve barışın egemen olduğu bir dünya için hep birlikte çalışılması gerektiğini söylemiştir.
Türkiye-İsrail ilişkilerinde dönüm noktası olarak nitelendirilen bu görüşmeyi birtakım dinamikler kaçınılmaz hale getirmiştir. Zira uluslararası ölçekte birçok alanda yaşanan değişim ve dönüşüm artık tam anlamıyla gözle görünür hale gelmiştir. Bu kapsamda başta uluslararası olmak üzere birçok alt sistemde ciddi bir değişim ve dönüşüm söz konusudur. Öyle ki başta Körfez olmak üzere tüm Ortadoğu, Orta Asya ve Karadeniz gibi daha birçok coğrafyada bölgesel düzenin değişimi ve dönüşümü söz konusudur. Bununla birlikte söz konusu değişim ve dönüşümün söz konusu olduğu hemen hemen her yerde Türkiye’nin merkezde oluşu, artan etkisi ve prestiji diğer devletlerin Ankara ile yakınlaşmasını bir nevi zorunlu hale getirmiştir. Bu kapsamda İsrail’in de Türkiye’yle yakınlaşması gayet beklenen bir durumdur. Çünkü halihazırda en rasyonel görünen seçenek Türkiye ile yakınlaşmadır.
Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin yakınlaşması ya da yeni bir dönemin başladığına yönelik kesin ifadelerde bulunmak için şu an erkendir. Buna karşın taraflar arasındaki görüşmeyi ikili ilişkiler bağlamında yeni bir sürece geçişe zemin hazırladığını söylemek daha doğrudur. Çünkü ilişkilerin yakınlaşmasından söz edebilmek için İsrail’in iki taraf arasında gerginlikler yaratan başta enerji ve Filistin meselesi gibi daha birçok anlaşmazlık konusunun kendisine yarardan çok zarar verdiğini tam anlamıyla farkına varmış olduğunu açıkça göstermiş olması gerekir. Zira son günlerdeki gelişmeler buna işaret etmektedir. Bu doğrultuda kısa bir süre içerisinde Türkiye ve İsrail ilişkilerinde yeni bir döneme geçiş kapsamında somut adımların atılması son derece muhtemeldir.
Türkiye ile İsrail arasındaki olası yakınlaşma, Orta Doğu ve çevresindeki bölgesel politikalara ve dengelere nasıl bir etki yaratabilir? İki ülkenin birbirlerine getirebileceği katkılar, ekonomik ve güvenlik konularında nasıl bir sinerji oluşturabilir?
Orta Doğu ve çevresindeki gözle görünür hale gelen bölgesel düzen değişimi ve dönüşümü, diğerleri gibi İsrail için de yeni bir yol haritasının belirlenmesi anlamına gelmektedir. Bu kapsamda Türkiye proaktif bir yaklaşım doğrultusunda bu durumu en erken farkına varan ve harekete geçen ülkelerden birisidir. Bununla birlikte İsrail’in Türkiye’nin biraz daha gerisinde kaldığını söyleyebiliriz. Zira söz konusu yeni düzen inşasını Türkiye’nin öngördüğünü ve değişen şartlara ivedilikle uyum sağladığına tanıklık edilmektedir. Türkiye’nin halihazırda kat etmiş olduğu mesafenin şüphesiz İsrail de farkındadır. Dolayısıyla sürecin gerisinde kalmış bir İsrail’in yaşanan değişime uyum sağlamasının anahtarlarından birisi bir bakıma Ankara’nın elindedir. Yani olası bir sinerjiden söz edebilmek için ilk aşamada İsrail’in bu yeni denklemin aktörlerinden birisi haline gelmesi için Ankara’yı ikna etmesi gerekmektedir.
Taraflar arasında bir sinerji oluşumu için çabalaması gereken taraf Türkiye değil aksine İsrail’dir. Zira bu süreçte İsrail’in önüne ciddi engeller çıkabilir. Nitekim Müslüman karşıtı ideolojinin dünyadaki en önde gelen savunucularından birisi İsrail’dir. Bu zor engelin aşılabilmesi için öncelikle İsrail’in bu tutumundan vazgeçmesi gerekmektedir. Ancak bunların sonrasında Türkiye-İsrail arasındaki bir sinerji oluşumundan söz edebiliriz. Çünkü Orta Doğu’da artık ABD hegemon bir düzen söz konusu değildir. Dolayısıyla İsrail öncelikle bölge ülkeleriyle de yakınlaşmanın yollarını aramak ve sonrasında Türkiye ile nasıl bir arada hareket edebileceğini düşünmek zorundadır.
Tüm bunların gerçekleştiğini düşünürsek taraflar arasındaki ilişkilerin birçok alanda sinerji yaratabilecek potansiyeli olduğu tartışmasızdır. Güvenlik bunlardan en önemlisidir. Zira Türkiye ve İsrail ilişkilerindeki yakınlaşma enerji başta olmak üzere güvenlik kapsamındaki hemen hemen her alanda gerek birbirlerine gerekse bölgesel gelişime katkı sağlayacak potansiyeldedir.
Türkiye ve İsrail arasındaki bu yakınlaşmanın, enerji, teknoloji, inovasyon, yapay zeka ve siber güvenlik gibi çeşitli sektörlerde işbirliklerine zemin hazırlayabileceği ihtimali var mı? Bu potansiyel işbirlikleri, özellikle enerji anlaşmaları ve diğer stratejik konularda ne tür avantajlar ve zorluklar doğurabilir?
Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihsel süreçteki seyri kriz ve işbirliği düzleminde gidip gelmiştir. Dolayısıyla Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihsel süreçteki seyrinin inişli-çıkışlı bir grafiği sergilediğini söyleyebiliriz. Söz konusu seyrin başlıca dinamiklerinden birisi konjonktürel meselelerdir. Bu doğrultuda taraflar arasındaki ilişkilerde kimi zaman gerginlikler yaşanmış kimi zaman da yakınlaşmalar meydana gelmiştir.
Enerji meselesine bu noktada bir parantez açmak gerekmektedir. Çünkü enerji faktörü bir süredir taraflar arasındaki ilişkilerin gerginleşme nedenlerinden birisi olmaya devam etmektedir. Buna karşın enerjinin taraflar arasında gerginlik yaratan bir mesele olmasının yanı sıra işbirliğine neden olan bir yönünün de olduğu göz ardı edilmemelidir. Öyle ki en son yapılan görüşmenin gerçekleşmesinde enerjinin en önemli faktör olduğu tartışmasızdır. Zira İsrail de Türkiye’nin hidrokarbon rezervleri açısından önemli potansiyeli olduğu bilinen Doğu Akdeniz’deki komşularından birisidir. Bu bölge taraflar arasındaki gerginliklere neden olan bir mesele olmaya devam ettiği tartışmasızdır. Fakat konu aynı zamanda tarafların yakınlaşmasına da neden olabilecek niteliktedir.
Bu bağlamda yakın tarihe kadar taraflar arasındaki gerginliklerin yarardan çok zarara neden olduğunun açıkça anlaşılmasıyla birlikte enerjinin Türkiye-İsrail arasındaki yeni döneme geçiş için önemli bir dinamik olduğunu söyleyebiliriz. Zira gelinen noktada başta İsrail olmak üzere tüm taraflar, bölgede Türkiye olmadan bir oyun kurulamayacağını çok net bir şekilde anlamıştır. Bu doğrultuda enerji konusunun taraflar arasındaki iş birliğinin bölgesel barışa da önemli katkı sağlayabileceğini söylemek mümkündür.
Bu sürecin mesafe kat edebilmesi için ilk bakışta öne çıkan konu kuşkusuz enerji iş birliğidir. Zira 2016 yılında imzalanan normalleşme anlaşmasının motivasyonlarından birisi de enerji alanında iş birliğiydi. Ancak o dönem yürütülen müzakerelerde İsrail’in taleplerinin kabul edilebilir bulunmaması, süreci tıkamıştır. Çünkü İsrail, hem döşenecek boru hatlarının maliyetini paylaşmaktan imtina etmiş hem de Türkiye’nin İsrail’den alacağı gazı üçüncü ülkelere satışı konusunda zorluk çıkarmıştır. Dolayısıyla, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bürokrasisinin yürüttüğü birkaç tur görüşmeden de sonuç alınamayınca, Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması planı hasıraltı edilmiştir. Akabinde yaşanan talihsiz gelişmeler nedeniyle ilişkiler yeniden kesilince, İsrail ve o dönem ittifak ilişkisine girdiği bazı ülkeler, gazın Avrupa’ya Türkiye üzerinden değil, Girit-Yunanistan ve İtalya rotalarını takip eden ve Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı (Eastmed Pipeline) olarak isimlendirilen hattan ulaştırılması için adımlar atmaya başlamışlardır. Bu kapsamda Doğu Akdeniz Gaz Forumu kurulmuştur.
Ne var ki EastMed hattı, Türkiye seçeneğine göre hem daha uzun ve meşakkatli hem de derin deniz geçişleri içermesi nedeniyle çok pahalıya mal olmaktadır. O tarihlerde 7,5-8 milyar doları bulan masrafları karşılayacak kimse bulunamadığı gibi gaz fiyatlarının çok düşük seyretmesi de projenin hayata geçirilmesinin önüne geçmiştir. Zira uygulama masrafları da eklenince buradan çıkarılacak gazın maliyeti spot piyasadaki fiyatların çok üstünde kaldığından maliyet-etkin olmamıştır. Ayrıca Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti (UMH) arasında 28 Kasım 2019 tarihinde imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasına göre Türkiye ile Libya arasında çizilen hat, Doğu Akdeniz’i ortadan bölmekle birlikte bu hattan Türkiye’nin bilgisi ve izni olmaksızın geçişleri de engellemiştir.
Dolayısıyla hem maliyet-etkin olmayan hem de uluslararası hukuka göre Türkiye’nin iznine tabi olan bu güzergâhta ısrar edilmesi de gerçekçiliğini yitirmiştir. Nihayetinde AB ve ABD’nin zımni desteğiyle ayakta duran Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı Projesi'nin tabutuna son çiviyi, ABD projeden desteğini çekerek çakmıştır.
Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları temelinde giderek daha büyük tehdit haline dönüşen güvenlik sorunun Türkiye olmadan çözülemeyeceğini bölge ülkeleri birbiri ardına farkına varmaya başlamışlardır. İsrail Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının önemli bir bölümüne sahip durumdadır. Bununla birlikte söz konusu rezervleri tek başına kazanca dönüştürmesinin imkansız olduğunu geç de olsa farkına varmış gibi görünmektedir.
Türkiye-İsrail arasındaki yakınlaşma başta enerji olmak üzere birçok alanda etkili olacağı aşikardır. En başta Türkiye halihazırda enerji teknolojilerinde dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birisi haline gelmiş, enerji faaliyetlerinde ve sektördeki bağımsızlığını sağlamıştır. Dolayısıyla Türkiye için İsrail, enerji sektörü kapsamındaki faaliyetler için gerekli olan teknoloji ve teknik donanımını ihraç edebileceği bir pazardır.
Bununla birlikte İsrail açısından ele alındığında Türkiye, enerji faaliyetleri için tedarikçi ve uluslararası piyasalara açılış kapısıdır. Tüm bu şartlar altında taraflar arasındaki enerji ilişkilerinde karşılıklı bağımlılık için gerekli ortamın hazır olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla Türkiye ile İsrail'in ortaya koyacağı iş birliği bölgedeki enerji kaynaklarının çıkarılması ve bölgenin istikrarına, refahına hizmet edebilecek şekilde kullanılmasına yönelik son derece önemli bir karşılık üretebilir.
Netanyahu'nun açıklamasında İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşmeyi de ele aldıklarını belirtmesi, Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan arasında olası bir üçlü ilişkinin ya da bölgesel işbirliğinin temelleri atılıyor olabilir mi?
Türkiye’nin İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesini desteklediğini söylemek mümkündür. Toplantı sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türkiye iki ülke arasındaki normalleşme girişimlerine olumlu bakıyorum şeklindeki ifadelerinin basına sızması buna işaret etmektedir. Zira toplantıya katılan birtakım kaynaklar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın pazartesi günü New York'ta gazetecilerle kapalı kapılar ardında gerçekleştirdiği görüşmede "Türkiye'nin İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik son girişimleri desteklediğini söylediğini" aktarmışlardır. Buna karşın yakınlaşmanın ancak tarafların taleplerinin gerçekleşmesiyle mümkün olacağını söyleyebiliriz. Tüm bu gelişmeler sonrasında üçlü olmasa da bölgede çok taraflı bir işbirliği mekanizması daha gerçekçi görünmektedir.