Bayramoğlu'ndan 'Fransa' değerlendirmesi: Dünya, iki savaş arası dönemi andırıyor
Karar gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu, Fransa’da Nael isimli bir gencin öldürülmesi üzerine başlayan protestoları değerlendirdiği yazısında Türkiye’ye de değinerek “Dünya, iki dünya savaşı arası dönemi andırıyor” dedi.
Karar gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu, ‘Fransa’da pişen, bize düşen’ başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Bayramoğlu, yazısında Fransa’da 27 Haziran’da 17 yaşındaki Nael M.’nin polis tarafından silahla öldürülmesine ilişkin protestolar üzerinden Fransa yönetimini eleştirdi.
Türkiye ve diğer dünya ülkeleri üzerindeki etkisine de değinen Bayramoğlu, “Dünya garip bir şekilde, bu krizlerle, popülist ve otoriter dalganın yükselmesiyle, bunların toplumsal destek bulmasıyla iki dünya savaşı arası dönemi andırıyor” dedi.
Bayramoğlu’nun yazısından öne çıkanlar şu şekilde:
Fransa, Fransız vatandaşı olan göçmenlerin çok yoğun yaşadığı bir ülke. Sömürgecilik mirası Afrika kökenli Fransız vatandaşları önemli bir nüfus bloğu oluşturur.
Bu durum, Fransa’da bir entegrasyon meselesini her zaman gündemde tutmuştur.
Afrika veya diğer göçmen kökenli aileler büyük şehirlerin, özellikle Paris’in dış mahallelerinde tecrit edilmişçesine yaşayan topluluklardır. Yoksul topluluklardır. Gençleri Fransız siyasal, sosyal ve ekonomik sistemine her türlü kapıyı yüzlerine kapattığı çocuklardır. Sınıfsal olarak yerleri bellidir. Öfkelidirler ve geleceğe yönelik bir umutsuzlukları mutlaktır. Fransız olanla gerginlikleri de her zaman yüksektir.
“ÇOK KÜLTÜRLÜ TOPLUMSAL DOKULARIN KRİZİ”
Mahalleleri infilaklara açık mayınlı bir alandır. Bu zaman zaman İŞİD hikayesinde olduğu gibi İslamcı, zaman zaman şimdi olduğu gibi biraz nihilist bir boyut kazanır. Vurma, kırma, dökme üstüne kurulu bir intikam dalgasına, bir öfke dalgasına da yol açabilir.
Kültürel ve sınıfsal kökenli bu patlamalar Batı demokrasilerinin son yıllarda yoğunlaşan temel sorunlarından birisine de işaret ediyor. Bu sorun, esasen çok kültürlü toplumsal dokuların krizidir. Kendi yoksullarını, kendi göçmenlerini, eski sömürge unsurlarını ya da yeni gelen göçmenleri, (ki bunların hepsi esasen farklı bir sınıfsal ve kültürel varoluşa işaret ediyor), sistemlerin içine aktaramayan öyküler, demokrasinin kriz yaşamasına yol açıyor.
Her şeyden önce, demokratik düzen, olağan siyasi ve demokratik yollarla sert karşılaşmaların çatışmaya dönmesi karşısında aciz kalıyor. Aciz kaldıkça kendi tabiatından uzaklaşıyor, polise vur yetkisi, olağanüstü hal gibi uç yöntemlere başvuruyor.
“DİP BİR KRİZ OLARAK ADLANDIRMAK MÜMKÜN”
Bu koşullarda, örneğin son olaylarda şiddet uygulayan polise verilen toplumsal destek polis için para toplama kampanyalarıyla dışa vuruyor ve derindeki bir karşılıklı tepkinin varlığına, ama esasen tepki merkezli siyasallaşmanın alan kazandığına işaret ediyor.
Diğer taraftan kamu kurumları ve personellinin tarafsızlığı sorunu yaşanıyor; zira kültürel kutuplaşma buraya da sirayet ediyor. Fransız kamu kimliği son yıllarda demokrasilerde yine çok alışık olmadığımız üzere politize oluyor. Bir örnek birkaç yıl önce emekli generallerin Macron’a göçmen meselesiyle bir uyarı mektubu yazmasıydı. Bugün yaşanan olaylarda adeta taraflar karşı karşıya geliyor. Polis içerisinde çok güçlü bir göçmen karşıtı boyut var. Dolayısıyla polisin eğilimleri, kimliği devlet fonksiyonunun tarafsızlığının önüne geçebiliyor ya da yanına gelebiliyor. Bu da bir demokrasi krizi olarak karşımızda.
Bunların tümü demokrasi bakımından işlev, kurum ve değer olarak kimi temel ilkelerin örselendiğini gösteriyor.
Bunu, dip bir kriz olarak adlandırmak mümkün.
Dünya garip bir şekilde, bu krizlerle, popülist ve otoriter dalganın yükselmesiyle, bunların toplumsal destek bulmasıyla iki dünya savaşı arası dönemi andırıyor.
Türkiye’de bu dalganın tipik ve önde gelen örneklerinden…
Fransa’da olup bitene bu göze de bakmak gerek”