Ankara ve ABD Başkanlık Seçimleri: Trump mı Harris mi Tercih Ediliyor?
Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Washington ile ilişkileri, 2013 yılından itibaren önemli bir gerginlik dönemi yaşamaya başladı.
Bu durum, Beyaz Saray'da hangi partiden bir başkanın olduğuna bakılmaksızın devam etti. Ancak tüm bu anlaşmazlıklara rağmen, Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem Donald Trump'ın (2017-2020) hem de Joe Biden'ın (2021-2024) göreve başlamasıyla, iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirme arzusunu ifade eden olumlu mesajlar gönderdi.
Kasım 2024'te yapılacak ABD başkanlık seçimlerinde, Demokrat Parti adayı ve mevcut Başkan Yardımcısı Kamala Harris ile Cumhuriyetçi Parti adayı ve eski ABD Başkanı Donald Trump arasında büyük bir çekişme yaşanıyor. Bu çerçevede, Ankara'nın hangi adaya daha sıcak baktığını değerlendirmek önemli. Ancak öncelikle, Türkiye'nin Cumhuriyetçi ve Demokrat başkanlarla olan geçmiş deneyimlerini incelemek gerekiyor.
Ankara’nın Cumhuriyetçi ve Demokrat Yönetimlerle Deneyimi
Soğuk Savaş döneminde, Türkiye, Washington'daki Yunan ve Ermeni lobilerinin etkisi nedeniyle Cumhuriyetçi yönetimlerle çalışmayı tercih ediyordu. Ayrıca, Demokratların insan hakları ve demokrasi adına ülkelerin iç işlerine müdahale etme eğiliminde olduğunu düşünen Ankara, bu yönetimlere daha mesafeli yaklaşıyordu. Ancak bu tavır, Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush’un Irak'ı işgal etmesiyle değişmeye başladı. Bir başka önemli dönüm noktası ise, Barack Obama'nın 2008 yılında Türkiye'yi ziyaret edip, Türkiye’nin "İslam ve demokrasiyi birleştiren" rolüne vurgu yapması oldu.
Ancak bu iyimser hava, Arap Baharı süreciyle birlikte bozuldu. 2013 yılında Suriye konusunda karşılıkla atılan adımlarla görüş ayrılıkları belirginleşti. Obama döneminde ilişkiler, stratejik ortaklıktan uzaklaşıp, iki ülkenin birbirini terör örgütleriyle iş birliği yapmakla suçladığı bir noktaya evrildi. Türkiye, 2016 yılındaki darbe girişiminin arkasında Washington'un olduğu iddiasını da dillendirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Donald Trump arasındaki kişisel ilişkiler, Trump’ın göreve gelişini iki ülke ilişkileri için yeni bir başlangıç olarak görmelerine neden oldu. Ancak, bu dostça ilişkiler bile Washington ile yaşanan krizleri önleyemedi. ABD’nin Suriyeli Kürtlere desteği Trump döneminde de sürdü, Türkiye’nin Rusya'dan S-400 füzeleri satın alması üzerine yaptırımlar uygulandı ve Türkiye, F-35 savaş uçağı programından çıkarıldı.
İlişkiler, 2018 yılında rahip Andrew Brunson’ın tutuklanmasıyla daha da kötüleşti. Trump'ın ekonomik yaptırımları sonrası Türkiye, Brunson’ı serbest bırakmak zorunda kaldı. İki lider arasındaki ilişkiler, Trump’ın Erdoğan’a hitaben yazdığı ve diplomatik olmayan ifadeler içeren mektubuyla doruk noktasına ulaştı. Tüm bu gerilimlere rağmen, 2019 yılında Suriye'nin kuzeyine ilişkin bir anlaşma imzalandı ve ABD, Türkiye’nin bölgedeki askeri müdahalesini kabul etti. Ancak, Washington yine de Suriyeli Kürt güçlere silah desteğini sürdürdü.
Bu süreç, Trump ile Erdoğan arasındaki "kişisel" ilişkilere dayalı iş birliğinin sınırlarını ortaya koydu. İki lider arasındaki kişisel yakınlık, politikaların belirlenmesinde yeterli olmadı. Trump'ın dış politikada tehdit dili kullanmaktan çekinmediği, rahip Brunson örneğinde olduğu gibi, Türkiye'ye ekonomik yaptırım tehdidi savurup sonuç almasıyla da gözler önüne serildi.
Biden yönetiminin ilk dönemi, Ankara-Washington ilişkileri açısından gergin başladı. Başkanlık seçimlerinden önce, Biden'ın Türkiye’deki muhalefeti destekleyerek Erdoğan’ı değiştirme yönündeki açıklamaları, Ankara’da sert tepkiyle karşılandı. 2021 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında Erdoğan’ın Biden ile görüşme talebine yanıt verilmemesi de Erdoğan'ın "19 yıllık görev süremde Amerika ile ilişkilerimizin geldiği en kötü nokta" açıklamasına yol açtı. Erdoğan, Bush, Obama ve Trump ile iyi çalıştığını, ancak Biden ile ilişkilerin kötü başladığını ifade etti.
Biden, görev süresi boyunca Erdoğan’ı Beyaz Saray’a davet etmedi ve 2022 ile 2023 yıllarındaki Demokrasi Zirvesi'ne Türkiye’yi çağırmadı. Ayrıca, 1915 olaylarını "soykırım" olarak nitelendirerek, Obama ve Trump’tan daha ileri bir adım attı.
Biden döneminde ABD'nin Yunanistan’la ilişkilerinin güçlenmesi de Ankara ile gerilimlere yol açtı. Türkiye’nin itirazlarına rağmen, ABD Yunan adalarına askeri üsler kurdu ve F-35 uçakları satma anlaşması yaptı. Bununla birlikte, Biden yönetimi 2022’de EastMed doğalgaz boru hattı projesine verdiği desteği geri çekti, bu da Doğu Akdeniz’deki gerilimi azalttı ve Türkiye’nin bölge ülkeleriyle normalleşme sürecine girmesini sağladı. Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliğine yönelik vetosunu kaldırmasıyla da ABD ile gerilim azaldı ve Türkiye'ye F-16 satışı için bir anlaşma yapıldı.
Ankara'nın Tercihi: Trump mı Harris mi?
Erdoğan’ın, ABD’deki Cumhuriyetçi ve Demokrat yönetimlerle yaşadığı deneyimler dikkate alındığında, Kamala Harris'in başkan seçilmesi durumunda Biden ve Obama’nın politikalarını sürdürme ihtimali göz önüne alındığında, Ankara'nın Trump’ı tercih etmesi olası... Bu tercih şu nedenlere dayanmaktadır:
1. Erdoğan ve Trump Arasındaki Kişisel İlişkiler: Trump, seçim kampanyasında Erdoğan hakkında olumlu açıklamalarda bulunmuş, "Onunla çalışabilirim, beni dinliyor" diyerek ilişkilerini vurgulamıştı. Biden için ise "Erdoğan gibi liderlerle çalışabilecek zihinsel kapasitesi yok" demişti.
2. Rusya ile İlişkiler: Ankara, Trump’ın Ukrayna’daki savaşı sona erdirme ve Rusya ile ilişkileri düzeltme çabası göstereceğini umuyor. Bu, Türkiye üzerindeki Batı ve Moskova kaynaklı baskıyı azaltarak Türkiye'yi daha avantajlı bir konuma getirebilir.
3. Ekonomi Odaklı Yaklaşım: Trump’ın bir iş insanı olarak ticari anlaşmalara öncelik vermesi, Erdoğan'ın beklentilerini karşılayabilir. Ankara, Trump’ın Türkiye ekonomisine yardım edeceğini umuyor.
4. Suriye Politikası: Trump, Demokratlardan farklı bir Suriye politikası izlemese de ABD askerlerini daha hızlı çekme eğiliminde olabilir. Bu da Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarına hizmet edebilir.
Trump ile ilişkilerdeki tek sorun, Filistin meselesi olabilir. Trump’ın Filistin sorununa ekonomik bir çözüm önermesi ve İsrail’in Batı Şeria ile Doğu Kudüs’teki fiili durumunu desteklemesi, Ankara açısından sıkıntı yaratabilir. Ancak, bu konu pragmatik bir şekilde ele alınabilir.
Ortadoğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Hüseyin Bağcı'ya göre, Trump’ın ikinci dönemde başkan olması durumunda, Ankara-Washington ilişkileri daha çok bir "al-ver" stratejisi üzerine kurulacak. Ankara, Trump’ın değerler yerine çıkarlar doğrultusunda ilişki kuran bir lider olduğunu düşünerek, onunla pazarlık yapabileceğini ve "tanıdık bir rakip" olarak görebileceğini umuyor. Kamala Harris ise Ankara için güven veren bir figür olarak görülmüyor.
Harris’in başkan seçilmesi durumunda, Ankara-Washington ilişkilerinde ciddi olumsuzluklar yaşanabilir. Bu olumsuzluklar arasında şunlar öne çıkıyor:
- Ukrayna’daki Savaş: Savaşın devam etmesi veya Moskova’yı daha da kışkırtacak şekilde derinleşmesi, Ankara’yı Batı ile Moskova arasında bir tutum almaya zorlayarak Türkiye üzerindeki baskıyı artırabilir.
- İnsan Hakları: Demokrat yönetimler, Türkiye’deki insan hakları meselelerine daha fazla önem veriyor. Bu da Türkiye’ye yapılacak ekonomik yardımların insan hakları ilerlemelerine bağlanması anlamına geliyor. Erdoğan’ın milliyetçilerle olan ittifakı göz önüne alındığında, bu ilerlemelerin gerçekleşmesi şu an için zor görünüyor.
- Kürt Meselesi: Demokrat yönetimler, Cumhuriyetçilere kıyasla Orta Doğu'daki Kürt gruplarına daha fazla destek verme eğiliminde. Harris, "Suriye Demokratik Güçleri"ne (SDG) desteği artırabilir, bu da Suriye’nin fiilen bölünmesine yol açabilir ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından ciddi bir tehdit oluşturabilir.
- Seçimlerin Adilliği: Harris yönetimi, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin adilliği konusunda herhangi bir şüphe olduğunda sessiz kalmayacaktır. Bu da Ankara’da ek bir baskı unsuru yaratabilir.
Harris'in başkan olmasının Ankara açısından tek olumlu yönü, Demokrat yönetimin Filistin konusundaki tutumu olabilir. Harris, Türkiye’nin desteklediği iki devletli çözüm modeline daha yakın bir pozisyon sergileyebilir. Ancak, bu durum Ankara’nın Harris’i tercih etmesi için tek başına yeterli değildir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin Avrupa Birliği, Çin, Orta Asya, Arap ülkeleri ve Afrika ile olan ilişkileri, ABD başkanlık seçimlerini kazanan kişiden büyük ölçüde bağımsız olacaktır. Bu politikaların yönlendirici unsuru, Türkiye'nin ulusal çıkarları, güvenlik öncelikleri ve iç politik dinamikleridir. Dolayısıyla, bu alanlardaki ilişkiler Amerikan yönetimleriyle daha pragmatik bir çerçevede ele alınmakta ve doğrudan Amerikan müdahalesinden etkilenmemektedir.