AB-Türkiye arasındaki gerilim yerini karşılıklı yarara dayalı ilişkiye mi bırakıyor? Al Ain Türkçe Özel
Dün yapılan AB Komisyonu sözcüsünün açıklamasıyla birlikte Avrupa Birliği, Türkiye ile karşılıklı yarara dayalı ve yapıcı bir ilişki sürdürmeye bağlı olduğunu teyit etti. Peki, AB- Türkiye ilişkileri bundan sonra nasıl şekillenecek?
Dün, AB Komisyonu sözcüsü Ana Pisonero yaptığı açıklamada, Doğu Akdeniz'de istikrar ve güvenli ortamın AB'nin çıkarına olduğunu belirterek, AB'nin insan hakları, hukukun üstünlüğü ve bölgesel istikrar temelinde Türkiye ile ilişki kurmaya hazır olduğunu ifade etti.
Pisonero, AB-Türkiye ilişkilerinin gidişatına dair bir rapor üzerinde çalıştıklarını ve yakın zamanda Türkiye'ye yönelik yıllık raporun da yayımlanacağını ekledi.
Buna göre, AB-Türkiye arasında AB çıkarına gelişebilecek bir ilişkinin son dönemde yaşanan gerginlikleri çözüp çözmeyeceği merak konusu oldu. Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası ilişkiler bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan, ‘’Gerilimin çözümü için kısa vadeli bir yaklaşım ve uzlaşıdan bahsedilebilir.’’ dedi.
Konuya ilişkin Al Ain Türkçe’den Merve Öney’e konuşan Özel Özcan, Türkiye’nin özellikle son dönemde Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında arabulucu konumda olması ile tüm ülkeler için önemli bir rol üstlendiğini dile getirdi. Buna bağlı olarak da AB ile ilişkilerinde Türkiye’nin bölgesel güvenlik sağlaması açısından önemini vurguladı.
Özel Özcan, AB’nin hazırladığını açıkladığı rapor hakkında da, ‘’Rapordan çıkacak olumlu/olumsuz konuların haricinde en temel konu son noktada bir üyelik kararına dair Türkiye'nin 1999'dan bu yana "aday ülke" statüsünde olması ne derece değişecektir düşündürücüdür.’’ İfadelerini kullandı.
Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan sorularımızı şu şekilde yanıtladı:
AB Komisyonu sözcüsü Ana Pisonero, Türkiye ile kurulacak ilişkinin AB'nin çıkarına olduğunu ve bu ilişkinin insan hakları, hukukun üstünlüğü, uluslararası hukuk ve bölgesel istikrar temelinde olacağını belirtti. Sizce bu taahhütler, Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan son dönemdeki gerilimleri çözebilir mi?
Türkiye’nin 1958 yılında kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğuna 1959 yılında başvuru ile başlayan ve bugüne uzanan bir AB tarihi söz konusudur.
Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunulmasının akabinde bugün gelinen süreç esasında düşündürücüdür. Çünkü AB’nin özellikle 1990’larda hızlı ve geniş kapsamlı genişleme süreçlerinde dahi Türkiye süreç içinde bekleme konumdadır. Bu bağlamda AB ile ilişkilerde sadece konjonktürel değil aynı zamanda tarihsel arka planın da unutulmaması gerekir.
Son dönemde özelikle Rusya-Ukrayna Savaşı’nın etkileri AB ve Türkiye ilişkilerinde de kendini göstermekle birlikte Türkiye’nin süreç içinde arabulucu rolü tüm ülkeler için değerli hale gelmiştir. Bu noktada sadece yaşanan bölgesel çatışmalar değil aynı zamanda Türkiye’nin bölgesel sağladığı güvenlik alanı da gün geçtikçe önemli hale gelmektedir.
Nitekim AB'nin genişlemesi ile ilgili son dönemde öne çıkan yeni gelişmelerde Türkiye’nin nerede görüldüğü önemlidir. Tam bu noktada ise AB Komisyonu sözcüsü Ana Pisonero’nun “ortak refah ve istikrara yönelik yapıcı” ilişkiler kurma çağrısı da esasında var olan gerilimi tam anlamı ile çözecek bir konu değildir. Çünkü hatırlanacağı gibi İsveç'in NATO'ya katılımı ile ilgili süreçte Türkiye’nin AB üyeliğine dair vurgular olmuş ancak kısa sürede unutulmuştur.
Dolayısı ile özellikle Doğu Akdeniz bağlamında var olan göç krizi ile birlikte gelişmeler ele alındığında var olan gerilimin çözümü için kısa vadeli bir yaklaşım ve uzlaşıdan bahsedilebilir.
Fakat konjonktürel gelişmelerin tarihsel boyutu çok farklı bir alanda ilerlemektedir.
AB Komisyonu'nun stratejik ve ileriye dönük şekilde ilerlemek amacıyla Türkiye-AB ilişkilerine dair bir rapor hazırladığı belirtiliyor. Bu raporun öne çıkartabileceği temel başlıklar neler olabilir ve bu başlıklar Türkiye-AB ilişkilerini nasıl etkileyebilir?
AB ve Türkiye ilişkilerinin son dönem yansıması Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Kopenhag Kriterlerini gerekirse Ankara Kriterleri yaparız.“ açıklaması ile düşünüldüğünde raporun ortaya çıkaracağı baslıklar da aslında az çok tahmin edilebilir olacaktır.
Buradaki temel konu tarihsel olarak karşımıza çıkan belli kriterlerin sağlanmasındaki eleştiriler olmakla birlikte özelikle Orta Doğu ve yakın çevremizde yaşanan çatışmalar ve buna bağlı göç hareketleri kapsamında Türkiye’nin bir tampon bölge görevi üstlendirilmeye çalışılması da unutulmaması gereken bir konudur.
Her fırsatta vurgulanan göç ve güvenlik konularının yanı sıra Türkiye’nin sahip olduğu bölgesel rol zaman zaman bir görev konumuna getirilmektedir. Dolayısı ile rapordan çıkacak olumlu/olumsuz konuların haricinde en temel konu son noktada bir üyelik kararına dair Türkiye'nin 1999'dan bu yana "aday ülke" statüsünde olması ne derece değişecektir düşündürücüdür.
Eş zamanlı olarak Türkiye'nin uzun süredir bekletildiği vize konusu da bu gelişmeler noktasında unutulmamalıdır. Özellikle son dönemde yaşanan ve sosyal medyadan da zaman zaman takip edilen vize redleri bu süreç içinde en fazla öne çıkan başlık olmuştur.
Bu durum bireyselden devlete pek çok seviye içinde AB-Türkiye ilişkilerinin gelişim ve gelinen son durumunu sorgulatmaktadır.